Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Osman ULAGAY

Asya krizi bizim 1994'de yaşadığımız krizden çok daha derin ve kapsamlı bir çöküşe yol açtı

1998 için yazdığımız felaket senaryosunun esin kaynağı 1997'de Asya'da yaşananlardı. Bu felaket senaryosunu nereden çıkardığımızı açıklamak için, geçen yılın ikinci yarısından itibaren Asya'da yaşanan "deprem"den yola çıkıp bugüne gelelim.
Bugün gelinen aşamada, 1997 temmuzunda Tayland'da başlayıp daha sonra diğer bazı Asya ülkelerini de sarsan krizin bitmediği kesin de birinci aşaması bitti diyenler var. En büyük darbeyi yiyen ülkelerden Tayland, Malezya ve Güney Kore'de paranın başıboş düşüşü durdu, hisse senedi borsaları hayli toparlandı; iş hayatının ve üretimin sürmesi için gerekli şartlar oluşmuş görünüyor. Buna karşın bu ülkelerde firma ve banka sektöründe yeni iflaslar yaşanması, bazı firmaların yabancıların eline geçmesi, büyüme hızının sıfıra düşmesi, enflasyonun başını kaldırması ve bunların yaratacağı tepkiler gündemden çıkmış değil.
ABD Merkez Bankası(Federal Rezerv Bankası) Başkanı Alan Greenspan, "Asya'nın üzerindeki kara bulutlar hepimizi etkilebilir", diye uyarılarda bulunuyor. Kuşku yok ki zor günler bekliyor krize giren Asya ülkelerini. Şoka girenlerden Endonezya çok yönlü ve derin bir çıkmazın içinde bocalıyor. Olayı şimdilik borsasında ciddi bir düşüşle atlatmış görünen Hongkong ve henüz doğrudan etkilenmemiş görünen Çin'de neler olabileceği ise hala tam olarak kestirilemiyor.

1997 yılında Tayland, Malezya, Endonezya ve Güney Kore gibi Asya ülkelerinde yaşanan ekonomik depremin kapsamını ve boyutlarını anlatmak kolay değil ama Türkiye'de 1994 krizini yaşamış olmak belki de bir avantaj, Asya'da yaşananları anlamak açısından. Şimdi bir an için 1994 yılının ilk yarısına dönelim ve o dönemde Türkiye'de yaşananları şöyle bir hatırlayalım.
1994'de Türkiye'de yaşanan ve her şeye karşın ucuz atlatılan krizin özellikle 5 nisan kararlarına kadar nasıl bir karmaşaya yol açtığı herhalde hatırlarda: Türk lirasının başıboş düşüşü, banka sisteminin sallanması ve iki bankanın batması, kredileri donduran bankalar, felç olan piyasalar, üretimdeki şok düşüş, işçi çıkartan firmalar, yüzde 150'lere tırmanan enflasyon.
1997 yılında bazı Asya ülkelerinde yaşananların boyutunu kavrayabilmek için Türkiye'nin 1994'de yaşadığı krizin daha ağırını, daha kapsamlısını düşünün. Önce "Tanrı bizi korusun" deyip geçen yıl Asya'da yaşananların bu yıl Türkiye'de tekrarlanması halinde olabilecekleri gösteren yandaki "hayali felaket tablosu"na bir göz atalım.

Yanlış anlaşılmasın Türkiye böyle bir felaketi yaşayacak demiyorum, Asya'da krize giren ülkelerdeki durumla halen Türkiye'deki durum arasında yakın bir benzerlik olduğunu da söylemiyorum. Yalnızca geçen yıl bazı Asya ülkelerinde yaşanmaya başlanan felaketin boyutlarını daha iyi anlatabilmek için, benzer bir krizin Türkiye'de yaşanması halinde ortaya çıkabilecek tabloyu göz önüne getirmeye çalışıyorum.
Aslında böyle bir tabloyu bir an için düşünmek bile zor geliyor insana. Oysa bunlar aynen yaşandı ve yaşanmakta Endonezya'da (ve biraz daha sınırlı ölçüde bazı diğer Asya ülkelerinde). Yıllardan beri istikrarlı ve hızlı büyümenin şampiyonları olarak dünyaya örnek gösterilen bu ülkeler birbiri ardından krizin pençesine düşüp bu kez çok boyutlu bir mali ve ekonomik çöküşün en çarpıcı örnekleri haline geldiler.

Ülke parasının çöküşüyle başlayan bu çöküşün, daha önce Türkiye ve Meksika'da yaşanan krizlerden en önemli farkı, krizin odak noktasında kamu ekonomisinin ya da devlet maliyesinin değil özel firmaların bulunması. Sermayelerinin dört - beş katı(bazı örneklerde on katı) kredi kullanan, üstelik çoğunlukla döviz üzerinden borçlanan şirketler şimdi, yaşanan korkunç devalüasyon sonrasında, bu borçların altında ezilmiş durumdalar. Güney Kore'de 186 milyar doları, Endonezya'da 75 milyarı doları bulduğu belirtilen özel sektör dış borçlarının bugünkü döviz kurlarıyla geri ödenmesi olanaksız görünüyor. Krizin tırmanma aşamasında işletme sermayesi bile bulamadıkları için işlerini çeviremez hale gelen bu kuruluşların bu çıkmazdan kurtulmaları hiç de kolay olacağa benzemiyor. Bu arada birçok firmanın batması ya da ABD ve Avrupa kökenli uluslararası şirketlere teslim bayrağını çekmesi olası.
Bütün bunlar Asya krizinin 1994'de bizim yaşadığımız krizden farklı olduğunu gösteriyor. Türkiye 1994'de şok bir devalüasyon yaşadı, ekonomisi yüzde 6 küçüldü, enflasyon tırmandı ama özel sektörde, şirketler kesiminde büyük zayiat verilmedi. 500 büyük firmamız devlete borç verip faiz alarak karlarını artırmayı başardı, daha çok özkaynakla çalışan küçük ve orta boy firmalar faiz şokundan fazla yara almadı. 1995 yılında özel sektörün yeniden toparlandığı görüldü. O günden bu yana da ekonomide ve politikada istikrar sağlanamadığı halde özel sektör ekonominin lokomotifliğini sürdürüyor.

Krize giren Asya ülkelerinde durum farklı, döviz borcu çok fazla olan özel sektördeki, firma ve banka sektöründeki kriz çok daha derin, çözümü çok daha zor. Şimdilik IMF'nin desteğiyle ve dış borç ertelemeleriyle ayakta durmaya çalışan bu ülkelerin ve bu ülkelerdeki şirketlerin önünde zorluklarla dolu bir dönem var. Bu zorlukların başında da borç çıkmazına girmiş yüzlerce şirketin borç tasfiyesinin bir formüle bağlanması ve yaşama şansı bulunan şirketlerin çeşitli kombinezonlarla ayağa kaldırılması geliyor. Üstelik bu borçların büyük bölümü dış borç niteliğinde. Bu operasyonun devlet borcunu erteleme operasyonundan zok daha karmaşık olduğu ortada.
Aslında ekonomik temelleri sağlam görünüyordu bu ülkelerin. Tasarruf oranları yüksekti; makroekonomik dengeleri iyiydi; eğitime ve bilime yatırım yapıyorlardı; katma değeri yüksek, ileri teknoloji içeren alanlara yönelme ve küresel ekonomide daha iyi bir yer tutma çabası içindeydiler. Dünya çapında iddialı olmaya heves eden firmaları vardı ama bütün bunlar bu felakete sürüklenmelerini önleyemedi. Tersine, bu ülkelerin başarıları böylesine büyük bir şok yaşamalarına yol açtı.
Asya ülkeleriyle Türkiye'nin farkı burada bir kez daha ortaya çıkıyor. Biz Türkiye'de artık kronikleşmiş bir istikrarsızlık yaşadığımız için Türkiye'ye akan "sıcak para", dış kredi ve portföy yatırımının miktarı, ekonominin boyutlarına göre çok sınırlı. Türkiye'nin ve Türk firmalarının dış risklerinde, özellikle 1994 sonrasında, Asya'daki gibi bir patlama söz konusu değil. Dolayısıyla bir kriz olasılığı doğduğunda Türkiye'den hızla kaçabilecek dış paranın miktarı da ekonomiyi bir anda allak bullak edecek boyutlarda değil. Bizim için daha büyük tehlike, para sahibi Türklerin ve kurumların şu ya da bu nedenle portföy tercihlerini değiştirerek dövize geçmeye ve paralarını sistem dışına çıkartmaya karar vermeleri .
Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri birçok bakımdan çok başarılı göründükleri için büyük çapta dış kaynak çektiler ve sonunda bu ülkelere duyulan güven sarsılınca büyük bir mali depremle yüzyüze geldiler.
Bunun nedenlerini yarınki yazımızda ele alacağız.

Yarın: Kaplanlara küresel terbiye

Asya'da yaşananlar Türkiye'de yaşansaydı...

* Doların TL. karşısındaki değer artışı yüzde 500'ü bulmuş, dolar altı ayda 1 milyon lirayı aşmış;
* Türkiye'nin milli gelirinin dolar olarak değeri, 220 milyar dolardan 50 milyara dolara inmiş, kişi başına GSMH 3000 dolardan 750 dolara düşmüş;
* Türk şirketlerinin ve bankalarının yabancı bankalara borçları 75 milyar dolara dayanmış, müthiş devalüe olmuş bir parayla bu borçların ödenmesi olanaksız hale gelmiş. Ülke firmalarının ve bankalarının çoğu iflasın eşiğine sürüklenmiş;
* Borsadaki hisse senetlerinin değeri yüzde 75'lere kadar varan düşüşler kaydetmiş. Hisseleri borsada işlem gören şirketlerin çoğunun batacağı ancak beşte birinin ayakta kalma şansı olduğu açıklanmış;
* Bankalar ve mali sistemdeki aracı kuruluşlar dökülmeye başlamış;
* Yabancı bankalar bütün kredi hatlarını koparmış, ithalatın ve ihracatın finansmanı bile yapılamaz hale gelmiş;
* Panik halinde IMF ile yapılan anlaşma sonrasında yabancı firmalar Türk firmalarını ucuza kapatmaya başlamış. Koç ve Sabancı gibi en büyük gruplar dahi bazı şirketlerinde çoğunluğu yabancı ortaklara devretmek zorunda kalmış;
* Batma noktasındaki firmalar kitle halinde işçi çıkartmaya başlamış ve milyorlarca kişi işini kaybetmiş;
* Enflasyon yeni bir ivme kazanırken mal kıtlıkları başlamış, halk sokaklara dökülerek yer yer yağmacılığa başlamış...

...olabilecekti.



Yazara Email O.Ulagay@milliyet.com.tr