Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Son zamanlarda yurt dışına giden, yabancı gazetelerde Türkiye ile ilgili olarak çıkan yazıları okuyan bazı meslekdaşlarımız Türkiye ile ilgili olarak yapılan yorumların, değerlendirmelerin çoğunlukla olumsuz olmasından şikayetçi. Tek emelleri vatana, millete hayırlı çalışmalar yapmak olan bu köşe yazarlarımıza göre bu durumun başsorumlusu Türkiye'de olanları bire bin katarak yansıtan medya. Aslında Türkiye'de endişeye yol açacak fazla bir şey yok ama bir kısım medyanın çizdiği kötü tablo yüzünden dışardaki görüntümüz bozuluyor, nahoş olaylar yaşanıyor.
Böyle bir nahoş olay geçenlerde çok deneyimli bir köşe yazarımızın(isim vermiyorum çünkü derdim kişilerle uğraşmak değil) başından geçmiş. Kendileri 400,000 dolarlık muhteşem bir Bentley arabanın içinde Fransa'ya giriş yaparken, Türk olduğu anlaşılınca nahoş sorulara muhatap olmuş. Deneyimli yazarımızı ve İngiliz plakalı Bentley'in sahibi olan arkadaşını arabadan indirip şu soruları sormuşlar: "Türkiye'de devlet uyuşturucu kaçakçılarına yeşil pasaport veriyormuş, doğru mu? Türkiye, İran gibi teokratik ülke oluyormuş, doğru mu? Türkiye'de bütün politikacılar kokuşmuş, doğru mu?" Çok deneyimli köşe yazarının yazdığına göre Avrupa'nın bütün gümrükçüleri gece gündüz gazetelerin yazdıklarını okuyup Türkleri sorguya çekiyorlarmış.
Başbakan Erbakan'ın dilinde tüy bitti, "bu gazetelerin yazdığına inanmayın", diye ama Avrupa'daki gümrükçüleri henüz ikna edemedi herhalde, bu tür nahoş olaylar yaşanabiliyor hala.
Neyse bu durumun farkına varan vatansever meslektaşlarımız sayesinde bizler de vatana, millete hayırlı olmak için nasıl davranmamız gerektiğini öğrenmiş bulunmaktayız. Bizim vatana millete hayırlar getirecek, Türkiye'nın dış imajını düzeltecek köşe yazarları olarak şunları yazmamız gerekli:
* Susurluk diye tutturup basit bir trafik kazasını dile dolamanın hiç alemi yok. Yeni trafik yasası bu tür olayların tekerrürünü önleyecektir.
* Devletin karanlık işlere bulaşmış birtakım insanlara yeşil pasaport vermesi de öyle büyütülecek bir olay değil. Ha yeşil, ha mavi, ne farkeder.
* Türkiye'nin İran gibi olmasına daha çok var; Milli Güvenlik Kurulu'nun kararları da mevcut hükümeti destekleyen sıradan kararlar.
* Türkiye'de kokuşmuş politikacı yok gibi; sözünün eri ve işinin ehli liderler tam bir uyum içinde politik istikrarı sağlıyor.
* Türkiye'nin bütçesi denk; ekonomi yüzde 14 büyüyor, enflasyon ve faizler yüzde 20'lere iniyor, halk refah içinde yüzüyor.
Gelin sözbirliği edelim, hep böyle şeyler yazalım da Türkiye'nin dış itibarını yükseltelim, ülkedeki siyasi havayı yumuşatalım, Türkiye tahvillerinin dış piyasalarda değer yitirmesini önleyelim. Ayrıca yazdıklarımızı Avrupa'nın bütün gümrükçülerine fakslayarak Bentley içinde sınır geçen Türklerin nahoş sorularla rahatsız edilmesini önleyelim.


Memur zamları özellikle dayanıklı tüketim mallarında talebi artırıcı bir sinyal yerine geçiyor. Son beş günde talep gene canlandı.
İmalat sanayii üretiminde bir yavaşlama var ama iç talepteki trendi ölçen tüketici güven endeksi ocaktan itibaren yeniden yükseliyor.


Hayali rakamların ortalıkta uçuştuğu, her gün yeni "ekonomik mucize"lerin müjdelendiği bir ülkede mali kesimin ve ekonominin gerçek durumunu izlemek tabii ki kolay değil ama bu ortamda bile bu çabayı gösterenler var. Bu çabalar sayesinde piyasalardaki ve özellikle de reel ekonomideki gelişmeleri izlemek bir ölçüde mümkün olabiliyor. Sektörel bazda yakından izlenen gelişmeler ve tüketici eğilimlerini ölçen araştırmalar da reel ekonominin gidişatı hakkında bir fikir verebiliyor.
Reel ekonomideki gelişmenin belirleyici göstergesi olarak kabul edebileceğimiz imalat sanayi üretim endeksinin bu yılın ilk iki ayındaki gelişimi imalat sanayii üretiminde bir yavaşlama olduğunu gösteriyor. İmalat sanayii üretiminde 1996 ortalarında % 10'u aşan büyüme hızının son aylarda % 5'lere indiği görülüyor.

Beyaz eşyada sıçrama

İmalat sanayiinin genelindeki bu eğilime karşılık belirleyici sektörlerden dayanıklı tüketim malları sektöründe güçlü bir talep artışı yaşandığı, maaş ve ücret zamlarının da bu artışı beslediği gözleniyor. Beyaz eşya sektörünün başlıca dört mal grubunda bu yılın ilk iki ayındaki pazar genişlemesi hatırı sayılır boyutlarda. Buzdolabında % 14.5'lik, bulaşık makinesinde % 16'lık, çamaşır makinesinde % 20'lik, fırında ise % 46'lık bir pazar genişlemesi söz konusu.
Dayanıklı tüketim malı sektörünün yakından izlediği tüketici güvenini ölçen endeksin aldığı değerler de tüketici güveninin ocak ayından itibaren yeniden arttığını gösteriyor. Bu endeksin son iki yıldaki gelişimine bakıldığında, genel seçimlerin yapıldığı 1995 yılının aralık ayından itibaren düşüşe geçen ekonomik güven endeksinin 1996'nın ilk yarısında da düşüşünü sürdürdüğü, ancak Refah - Yol hükümetinin yüksek oranlı memur zamlarını açıkladığı temmuz ayından itibaren hızlı bir yükselişe geçtiği ve bu yükselişin ekim ayına kadar sürdüğü görülüyor. 1996'nın ekim - aralık döneminde düşüş gösteren endeksin aralıktan sonra yeniden yükselmeye başladığı anlaşılıyor.
Tüketici güvenini ölçen endeksin ve bu endekse paralel bir gelişme gösteren dayanıklı tüketim malı talebinin seyri, maaş ve ücret artışlarının iç talebi belirlemede önemli bir faktör olduğunu ortaya koyuyor. Nitekim memurlara ek zammın gündeme gelmesiyle birlikte son dört -beş gün içinde dayanıklı tüketim malı talebinde yeni bir hareketlilik yaşandığı belirtiliyor.

Enflasyon patlar mı?

Ekonomide dengelerin korunmasına önem verenler ekonomideki yavaşlama sinyallerinin iyi haber" olarak değerlendirirken sürekli mucizeler peşinde koşan hükümetin makul bir yavaşlamayı bile "kötü haber" sayacağı izlenimi yaygın. Hükümetin büyümeyi hızlandırmak için ekonomiyi pompalaması halinde bunun özellikle enflasyon cephesinde nasıl sonuç vereceği tartışılıyor. İç talepteki artışın etkilediği sektörlerde bu talep artışının hiç değilse bir bölümünün fiyatlara yansıyacağı tahmin ediliyor.
Öte yandan ithalattaki artışın da iç taleple yakından ilgili olduğu biliniyor ve iç talebin yeniden pompalanması halinde dış ticaret açığının daha da büyümesi tehlikesi beliriyor.
Ekonominin 1997 programında öngörüldüğü gibi % 4'lük bir tempoda büyümesi halinde ciddi bir sorun yaşanmayacağı ancak çok daha iddialı büyüme hedeflerine erişmek için ekonominin zorlanması halinde farklı bir tablonun ortaya çıkması olası görünüyor.

Kronik yüksek enflasyon denince akla önce Latin Amerika ülkeleri gelirdi yakın zamana kadar. Bu ülkelerin pek çoğu 1970'lerde ve 1980'lerde üç haneli enflasyonu yaşadılar; Brezilya, Arjantin, Bolivya gibi ülkelerde dört haneli enflasyon bile yaşandı.
Ancak 1980'lerden sonra bu durum değişmeye başladı. Enflasyonu azdıran popülist politikaların sonuçta ekonomik büyümeyi de durdurduğunu gören Latin Amerika ülkeleri ciddi istikrar politikaları uygulayarak kronik yüksek enflasyon sendromundan kurtulma yoluna girdiler. Kimisi çok başarılı oldu, kimisinin başarısı sınırlı kaldı ama haritada görüldüğü gibi koskoca Latin Amerika'da, Venezüella dışında, yıllık enflasyonu % 30'u aşan ülke kalmadı.
Tam üye olmaya heveslendiğimiz Avrupa Birliği'nde ortalama yıllık enflasyon % 2'nin altında, Latin Amerika'da bile yıllık enflasyonu % 10'un altına çekebilen bir sürü ülke var, biz ise hala % 80'lere dayanan bir enflasyon oranıyla yaşıyor ve işin garibi buna olağan bir şeymiş gibi bakıyoruz.
Şunu bilelim ki Avrupa belki Müslüman bir ülkeyi tam üyeliğe kabul eder ama % 80 enflasyonlu ülkeyi kabul edemez.
.