Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiyede "kazandık" ya da "başardık" türünden manşetlerle karşılanan 17 Aralık kararlarının, benim sürekli izlediğim ve dünya iş âleminin de yakından izlediği İngilizce gazetelere yansıması biraz farklı oldu. Avrupa Birliği (AB) Konseyinin "tarihi" bir karar vererek Türkiyeyi AB üyeliğine götürebilecek kapıyı açtığını hemen herkes kabul ediyordu ama ABnin Türkiyenin bu kapıdan geçmesinin kolay olmayacağı da vurgulanıyordu. Örneğin The Guardian gazetesinin değerlendirmesini yansıtan yazıda, "Türkiyenin parmaklarının acımasını da göze alarak ABnin yaylı kapısını araladığı ancak bu kapının yüzüne kapanmasının hiç de zor olmayacağı" belirtiliyordu. 17 Aralık tarihli sayısında "ABnin Türkiyeyi isteksizce buyur edeceğini" yazan Financial Timesın dünkü haberinde de "Brükselde alınan kararların Türkiyenin AB üyeliğini güvenceye almaktan uzak olduğu" ifade ediliyordu. Türkiyenin ABye katılmasının "hem Türkiyeyi hem de AByi dönüşüme zorlayacak, çok önemli bir olay olacağını" kaydeden Financial Times, ancak Türkiyenin hedefine varmak çukurlarla dolu bir yolu aşması gerektiğini de vurguluyordu. The Guardian gazetesinin deneyimli yazarı Martin Woollacott ise Türkiyenin AB ile uyum sağlayacak biçimde dönüşmesinin hiç de kolay olmayacağını, bu umutla Türkiyenin tam üyeliğine destek verenlerin yanılmış olabileceğini ileri sürüyordu. Woollacotta göre Türkiyenin inanç ve değerler sisteminin, Avrupa ile uyum sağlayacak biçimde dönüşmesi son derecede zordu. Türkiyede farklı kesimler, farklı gerekçelerle AB tam üyeliğini desteklemişti ama bunların beklentilerinin karşılanabileceği kuşkuluydu. Avrupada Türkiyeye destek veren seçkinler ve siyasetçiler ise kendi toplumlarının tepkisinden çekiniyordu.Woollacottun yazdıklarında yeni bir fikir yok aslında ama "AB yolu açıldı, bu iş tamam" sonucuna varmadan hesaba katmamız gereken olasılıkları bize hatırlattığı için anlamlı bu yazı. Ben Türk insanının küçümsenmeyecek bir uyum ve adaptasyon yeteneğine sahip olduğuna inanıyorum ve bir İrlandanın, bir İspanyanın yaşadıklarına benzer süreçler yaşayarak ABye uyum sağlayabileceğini düşünüyorum ama tersini düşünenlerin iddialarını da hafife alamıyorum doğrusu. Tam üyeliğe giden, engellerle, çukurlarla dola yolda ilerlemeye çalışırken halkımızın ve Avrupa halklarının içselleşmiş kırmızı çizgileri çakışır mı, çatışır mı bilemiyorum. Toplumların tepkileri Son yazılarımda ısrarla vurgulamaya çalıştığım gibi, Türkiye - AB bütünleşmesi, küresel düzenin geleceğini derinden etkileyebilecek, dünya dengelerini etkileyebilecek bir büyük proje. Avrupanın bu analizi yapabilen siyasetçilerinin, ciddi siyasi riskler alarak Türkiyeye kapıyı açmaya çalışmaları da bu projeye verdikleri önemin bir göstergesi. Ancak bu iddialı projenin öneminin Avrupada ve Türkiyede yeterince anlaşıldığını söylemek olanaksız. Böyle olunca da büyük hedef gözden kaçıyor, sokaktaki insanın çok daha kolay anlayacağı ayrıntılar öne çıkıyor. O zaman da insanlar "biz ne için bunca özveriye katlanacağız?" sorusunu sorabiliyor. Bu durum bizim için de geçerli, Avrupalı için de. İşte bu nedenle zorlu bir süreç var önümüzde. AB rüyamızın gerçekleşmesi hiç de kolay olmayacak. Proje iddialı ama AB tam üyeliğine giden kapının Türkiyeye açılması, piyasaların bir süreden beri fiyatlarına kısmen de olsa, yansıttıkları bir beklentiydi. Şimdi 17 Aralıkta bu beklentinin gerçekleşmesi bir miktar daha olumlu etki yaratabilir. Ancak uluslararası iş çevrelerinin yakından izledikleri yayın organlarında yer alan ilk değerlendirmeler, Türkiyeye açılan kapının her an kapanabileceği beklentisini de gündeme getirebilir ve bu da olumlu etkinin sınırlı kalmasına yol açabilir. Bu bakımdan Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin bundan sonraki seyri belirleyici bir önem kazanmış görünüyor. Dış piyasalar 17 Aralıkı nasıl algılayacak? Dün sabah gazete aldığım büfenin önünde Vatan gazetesinin manşetine bakan tepkili bir vatandaşımız hemen sorusunu patlattı: "Biz bu kafayla mı Avrupalı olacağız?" Gazetenin haberine göre 17 Aralık günü, Brükseldeki gelişmelerin sonucunun merakla beklendiği saatlerde, TVde "Gelinim Olur musun" programını izleyenlerin oranı Başbakan Erdoğanın Brükseldeki basın toplantısını izleyenlerin oranını katlamıştı. Aynı akşam ATVnin Brükselde gerçekleştirdiği "Siyaset Meydanı" programına katılan Can Dündar da "Siyaset Meydanı"nın o geceki izlenme oranının "Ünlüler Çiftliği"nin ancak dörtte birini bulabildiğini yazmış dün. Benzer bir durum bir Avrupa ülkesinde yaşansaydı sonuç farklı olur muydu, doğrusu bilmiyorum ama insanımız, kendine özgü mizah anlayışı ve adaptasyon yeteneğiyle her şeye bir Avrupa Birliği (AB) kulbu takacak artık."Derogasyon" ve "açık uçlu müzakere" gibi AB konusuyla ilgili pek çok teknik deyimin ortalığa saçıldığı son günlerde benim duyduğum en hoş adaptasyonu ise darbukacı "Balık" Ayhan yaptı. Bir TV programında boğaza nazır bir tepede, saz takımıyla Beethoven 9. senfonisinin ünlü motifini çalmakta olan "Balık" Ayhana Türkiyenin AB üyeliğini nasıl karşıladığı sorulduğunda şu cevabı verdi ünlü darbukacı: "Serbest dolaşımın ucu açık olacakmış, bize de yarar bu durum". Bakalım daha ne ilginç yorumlar duyacağız AB konusunda. oulagay@milliyet.com.tr Çek bir derogasyon, ucu açık olsun!