Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Piyasa tüccarı Erdoğan petrolcü Busha karşı Bu köşenin okurları benim AKP ve Erdoğan konusunda önyargılı olmadığımı kuşkusuz fark etmişlerdir ama Tayyip Beyi dinledikçe, açıklamalarını okudukça, kullandığı deyimleri ve düşünce tarzını gördükçe kaygılarımın arttığını belirtmek zorundayım. Türkiye, benim ölçülerime göre Tayyip Erdoğandan çok daha birikimli olan Turgut Özal döneminde bile, bilgi ve deneyim sığlığıyla yapılan ve ilk bakışta "başarılı" gibi görünen işlerin bedelini sonradan ağır ödedi, hâlâ da ödemeye devam ediyor.Şimdi uluslararası diplomasiye şıpın işi adapte olan, bizim "piyasa tüccarı" Erdoğan, büyük pazarlıklar için, petrol tüccarlığından gelen bir liderin, ABD Başkanı Bushun karşısına çıkıyor. Ne demeli vallahi, bilmiyorum. Tanrı dünyanın ve Türkiyenin yardımcısı olsun demekten başka bir şey gelmiyor aklıma. AKP lideri Tayyip Erdoğan, son günlerde birbirinden ilginç röportajlar yapan Sedat Erginin "diplomaside tecrübeniz olmadığı için başlangıçta bir tedirginliğiniz oldu mu?" sorusunu yanıtlarken şöyle diyor: "Genelde olur ama bir kere anlamaya başladıktan sonra hemen adapte oluyorsunuz... Ben biliyorsunuz piyasa tüccarlığından geldim. Siyasette de siyasetin tüccarlığını yapmamız lazım; ülkemizin menfaati için, milletimizin menfaati için... Bu anlayışla işe yaklaşarak netice almak mümkün." 6 Aralık tarihli Financial Timestaki yazısında bu ilginç görüşü yansıtan Philip Stephens, sınırlarını genişletme kararını vermiş bulunan Avrupa Birliği (AB)nin bu yeni sınırlar içinde eski kafalarla ve eski anlayışla yönetilemeyeceğini vurguluyor. Avrupanın Hıristiyan mirasıyla tanımlanabileceğini ileri sürerek Türkiyenin Avrupalı olamayacağını iddia eden Giscard dEstaingin bu iddialarının "eski rejimin çirkin önyargılarının" bir örneği olduğunu belirten Financial Times yazarı şöyle devam ediyor: "Avrupanın sınırlarıyla birlikte stratejik düşünce çerçevesi de genişlemelidir. Avrupa, demokratik bir Türkiyeye sınırlarını açmakla, ahlâki bir görevi yerine getirmenin ötesinde, İslamcı demokrasinin gelişimini destekleyerek stratejik bir açılımı da gerçekleştirmiş olacaktır."Türkiyenin Avrupaya aidiyetini son sayısında kapak konusu yapan The Economist dergisi de "Avrupalılık" fikrinin haritalarda ya da etnik bağlarla değil, değerlerle belirlenmesi gerektiğini savunarak "demokrasi ve özgürlük gibi temel değerleri benimseyen ülkeler, Slav ya da Müslüman olmalarına bakılmadan, AB üyeliğine aday olabilmeli" diyor ve Türkiyeye adaylık görüşmeleri için koşullu tarih verilmesini öneriyor. Avrupa, bu kez barışçı yöntemlerle, sınırlarını yeniden çiziyor. Ancak sevinç değil, bir korku ve tedirginlik havası hakim Avrupaya. Eski kıtaya yeniden bütünleşme vaat eden büyük projenin tam da gerçekleşmeye yaklaştığı noktada, Avrupanın batısındaki pek çok kimse bu vaadin yapılmış olmasından adeta pişmanlık duyuyor. Avrupanın haritası değişiyor ama kafa yapısı ve düşünce çerçevesi değişmiş değil." AVRUPANIN KAYGISI Öte yandan Türkiyenin Avrupada yeri olmadığını düşünen ve söyleyen çok sayıda Avrupalının bulunduğu da bir gerçek. "Türkiyenin Birliğe alınması ABnin sonu olur" diyen Giscard dEstaingin aslında kendi görüşlerine tercüman olduğunu belirten Avrupanın muhafazakar aydınlarının yanı sıra, her kesimden Avrupalılar arasında da, çeşitli gerekçelerle Türkiyenin AB üyesi olmasına karşı çıkanların bulunduğu, hatta bu görüşte olanların yüksek sayılara vardığı düşünülebilir. Türkiyenin ABye kabul edilmesiyle ilgili kararı verecek olan Avrupalı siyasetçi de, stratejik gereklerin yanı sıra, seçmen tabanındaki bu eğilimleri de hesaba katmak zorunda. Sonunda Türkiyeyi de içerecek, genişlemiş bir Avrupanın küresel planda yakalayabileceği yeni fırsatların farkında olan ve eski düşünce kalıplarının dışına çıkabilen Avrupalılar, Türkiyeyi bu noktada düş kırıklığına uğratmanın ve Avrupanın dışına itmenin risklerini değerlendirebiliyor. 11 Eylül sonrasının dünyasında ve Türkiyenin Batıda "İslamcı" diye nitelenen bir partiyi demokratik seçimlerle iktidara taşıdığı bir ortamda bu riskleri almanın daha zorlaştığı da ortada. Ayrıca ABDnin Türkiye lehine Avrupaya baskı yaptığı da biliniyor. TÜRKLERİN TEPKİSİ Biz ise "Avrupalı" sayılmak için çok şey yaptığımızı, birçok özveride bulunduğumuzu düşünüyoruz ve Avrupanın bizi kendi kulübüne kabul etmekte gösterdiği tereddüdü tepkiyle karşılıyoruz genelde. "Türkiye Avrupalı değildir" diyenlere, Türkiyenin hâlâ çok hızlı artmakta olan insan kalabalığıyla, farklı dini ve kültürel mirasıyla, demokrasiyi tam olarak içine sindirememiş siyasal kültürüyle Avrupanın başına bela olacağını düşünenlere ve Türkiye ile ilgili olarak duydukları tedirginliği gizlemeyenlere hemen her kesimden Türkler tepki duyuyor. Çoğumuz Avrupanın bize haksızlık ettiğini düşünüyoruz. AKPYE BAKIŞ Türkiyenin son dönemde Avrupa Birliği üyeliği yolunda attığı önemli adımları hiç küçümsemiyorum. Bu adımların sonrasında, Türkiyenin dört dörtlük bir seçim yaparak iktidarı statüko karşıtı görünen ve kimilerince "İslamcı" diye tanımlanan bir partiye, yani AKPye teslim etmiş olması da kuşkusuz önemli bir olay. Ancak bu noktada şu soruları da sormamız gerekiyor: Biz Türkiyede AKPnin iktidar olmasını gerçek anlamıyla içimize sindirebildik mi? Türkiyenin Avrupaya kabul edilmesi konusunda Avrupada yaşanan kaygıların, korkuların, tereddütlerin benzeri Türkiyede AKPye dönük olarak yaşanmıyor mu? Türk seçkinleri, aydınları, kamuoyu önderleri arasında AKP iktidarını ciddi bir tehdit olarak görenlerin ağırlığı yok mu? Bu düşünceyi bir adım daha ilerletip "canım nasıl olsa rejimin sigortası olarak asker var" diyerek teselli bulanların varlığı inkar edilebilir mi? Türkiyeye, o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğuna tam üyelik vaadini kırk yıl önce yapmış bulunan Avrupanın işine geldiğinde çifte standart uygulayarak Türkiyeyi oyaladığı bir gerçek ama bizim bir de dönüp kendimize bakmamız gerekmiyor mu? Avrupa yolculuğuna Yunanistanla birlikte çıkan Türkiyenin geçmişte yaptığı hatalarla treni nasıl kaçırdığını bir an için tarihe bıraksak bile, hiç değilse bugünkü durumumuza bir bakmamız gerekmiyor mu? SORUN KAFALARDA oulagay@milliyet.com.tr Türkiyenin Avrupadan istediği "tarihi" alıp alamayacağını birkaç gün sonra öğreneceğiz. Ancak asıl sorun Avrupanın ve Türkiyenin düşünce boyutunda bir aşama, bir sıçrama yapıp yapamayacağıyla ilgili galiba. Avrupada ve Türkiyede, kısmen de haklı nedenlerle yaşanan kaygılar, korkular, önyargılar aşılmadan Türkiyeyi de içeren "büyük Avrupa"nın oluşması kolay olmayacak herhalde.