Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Banka sistemimizde yaşanan büyük çöküşün toplam faturasının 50 milyar dolara yaklaştığının açıklandığı günlerde, lise yıllarından tanıdığım Ayşe Özgün'e rastladım bir kitapçıda. Haklı bir soru sordu bana, "Bu korkunç faturayı ortaya çıkartan süreç yaşanırken siz neredeydiniz, olan bitenden neden hiç haberimiz olmadı?" dedi. Ben olaylar kriz aşamasına gelmeden, dikkatleri banka sistemindeki çarpıklıklara çeken birkaç yazı yazdığımı söyledim ama uyarı görevini yapmakta yetersiz kaldığımızı da itiraf etmek zorunda kaldım.
Şimdi o karanlık dönemin hesabını görmeyi amaçlayan yasa TBMM Genel Kurulu'ndan geçmiş bulunuyor. Bankacılık sistemi de bu nedenle yeniden gündemde şu günlerde. Topluma çıkan faturanın hiç değilse bir bölümünün bu faturayı ortaya çıkartanlardan tahsil edilebilmesi halinde herhalde çoğu kimse memnun olacak.

Şimdi sorun nerede?
Ancak soruna ekonominin geleceği ve banka sistemimizin ekonomiye katkısı açısından baktığımızda, bankalarımızın asıl önemli sorunlarının şimdi bir kez daha gündem dışı kaldığını görüyoruz.
Yapı ve Kredi Bankası Genel Müdür Başyardımcısı Hasan Ersel'in 20 - 21 Ekim 2003 tarihinde Siena'da yapılan 3. AB - Türkiye Konferansı'na sunduğu bildiride ele aldığı sorunlar gerçekten de üzerinde durulması gereken sorunlar. Türk Banka sisteminin, şimdi Türkiye'nin gündeminde olan 'enflasyonsuz - sürdürülebilir büyüme' sürecine gerekli katkıyı yapabilmesi, bu sorunların aşılabilmesine bağlı. Söz konusu sorunların başlıcaları şunlar:

  • Kamu bankalarının sistemdeki rolünün bundan sonra ne olacağı belirlenmiş değil. Ayakta kalan kamu bankaları halktan mevduat toplayıp kamu kağıdına yatıran fon benzeri kuruluşlara dönüşmüş durumda.
  • Özel bankalardaki sermaye yetersizliği sorunu aşılabilmiş değil. Sistemin mevcut yapısıyla işleyiş biçimi ve tatminkar olmayan karlılık oranları sisteme taze kaynak bağlamayı özendirmiyor ve beklenen sermaye artışları gerçekleşemiyor.
  • Bankalarımız mevcut boyutlarıyla, uluslararası ölçülere göre çok küçük kalıyor ve tatminkar düzeyde karlılık yaratmak için gerekli olan ölçek ekonomilerinden yararlanamıyor. Mevcut yasal çerçeve de banka birleşmelerini özendirecek ve daha büyük bankaların oluşumunu sağlayacak bir yapıda değil.
  • Türk banka sistemi üzerindeki denetimi güçlendirmek için yapılan düzenlemeler bankaları daha fazla kredi vermeye değil, tam tersine, risklerini minimize edecek biçimde, muhafazakar davranmaya yöneltiyor.
  • Türk banka sistemindeki aracılık maliyetleri çok yüksek ve bu yüksek maliyetler de sistemin etkili ve verimli çalışmasını engelliyor.

  • Büyümeyi destekler mi?
    Türkiye önümüzdeki dönemde, gerçekten enflasyon hummasından kurtulmuş bir ekonomi olarak sürdürülebilir büyüme rayına oturacaksa, banka sistemimizin de bu sürece katkıda bulunacak yapıda olması gerekli. Oysa Türk banka sisteminin bugünkü yapısı ve karşı karşıya bulunduğu sorun ne yazık ki bu işlevi yerine getirmesine olanak vermiyor. Kamu bankalarının sistemdeki varlığı rekabetçi bir ortamın oluşmasını engellerken mevcut özel bankaların ölçek sorunları ve sermaye yetersizliği de bu olumsuz tabloyu tamamlıyor.
    Bankacılıkta geçmişle hesaplaşmanın heyecanını yaşarken önümüzdeki dönemin olası sorunlarını göz ardı ederse bir kez daha üzücü sonuçlarla karşılaşabiliriz.