Avrupa Euro ile yeni bir döneme girerken Türkiye'de "enflasyon düşüyor" diye avutulan sanayici isyan bayrağını açtı.
Uluslararası Para Fonu(IMF) heyetinin Türkiye ziyareti sonrasında bıraktığı değerlendirme notunda hükümete verilen ana mesaj açıktı:"bazı olumlu adımlar atmışsınız ama bunlar yeterli değil, yapısal reformları yapmadan enflasyon sorununu çözemezsiniz", diyordu IMF ve enflasyonla yaşamanın sosyal faturasına dikkat çekiyordu.
IMF Direktörü Kiekens, Türkiye'de değişik kesimlerle yaptığı özel görüşmelerde de kaygılı olduğunu gizlememiş, Türkiye'nin, "sorunları halka anlatıp reformlar için gerekli desteği sağlayacak politikacılara ihtiyacı olduğunu", vurgulamış, "bunu başaramadığınız için büyük fırsatlar kaçırıyorsunuz", demiş. Türkiye'nin son on ayı iyi kullanamadığını ve enflasyonda gözlenen yavaşlamanın temelsiz olduğunu belirten Kiekens, gerekli adımlar atılmadığı için Türkiye'nin IMF ve Dünya Bankası'ndan alabileceği şaşırtıcı boyutlardaki desteği de alamadığını anlatmış.
Geçen hafta içinde katıldığım bazı toplantılarda dile getirilen şikayetler, iş dünyamızın bakış açısının da Kiekens'ten pek farklı olmadığını ve "bu iş böyle gitmez", havasının ağır basmaya başladığını ortaya koydu. Odalar Birliği'nin çeşitli illerde düzenlediği toplantılarda da aynı havanın estiği belirtiliyor. İş dünyasının bu noktaya gelmesi ve bu havanın yaygınlaşması, sonunda çözümleri zorlayacak gelişmelere yol açabilir mi acaba diye düşünerek umutlandım.
Umutlandım diyorum, çünkü yıllardan beri ilk kez, iş aleminin yüksek enflasyonla yaşamanın çok boyutlu faturasını kavramaya başladığını hissediyorum. Türk işadamı yüksek enflasyon ortamında iş yapmanın, kar etmenin yollarını buldu kuşkusuz ve bu nedenle "enflasyonla yaşanabilir", diye düşündü uzun süre. Yıllardan beri, enflasyonun ortaya çıkaracağı sakıncaları anlatmaya çalıştığım pek çok işadamı ve yöneticiden, "bunun hızlı büyümenin bedeli olarak sineye çekilebileceği", cevabını aldığım çok olmuştur.
Şimdi bu hava değişmiş gibi, çünkü dış dünyayla teması olan herkes, % 90'larda bir enflasyonla yaşamanın Türkiye'nin dünyadaki itibarını nasıl düşürdüğünü artık net olarak görüyor. Küresel rekabetin gündeme geldiği bir dönemde "nesli tükenmiş bir hastalık"la yaşamanın nelere malolacağını hissediyor sanayicimiz. Ayrıca, IMF gibi, işadamlarımız da, enflasyonla yaşamanın sosyal yapıda açtığı yaraları, yarattığı ahlak erozyonunu görüyor ve bu bozulmanın yol açabileceği felaketleri düşünebiliyor.
İstanbul Sanayi Odası'nın meslek komiteleri üyelerinin katılımıyla düzenlediği "enflasyon baskısı altında üretim" konulu toplantıda konuşan sanayicilerin dile getirdikleri şikayetlerin başında, Türkiye'deki yüksek enflasyonun dış dünyada yarattığı itibar kaybı ve iç bünyede yaptığı tahribat geliyordu. İSO mensuplarının isyanına yol açan ikinci nokta ise, "sorumsuzca para basarak enflasyonu azdıran" hükümetlerin özel sektörü enflasyonun sorumlusu olarak gösterme çabalarıydı. Çözüm üretemeyen hükümetler suçluyu başka yerde arıyor, "Ankara sanayici ile adeta alay ediyor"du.
TÜSİAD'ın düzenlediği "Tek Para Sistemi'nin Türkiye'ye etkileri" konulu paneli izlerken İstanbullu sanayicilerin "yatırımlar düşüyor" şikayetiyle örtüşen bir noktaya sıçradım. Avrupa sermayesi, "tek para"yı her şeyden önce, reel sektörün küresel rekabet gücünü artırmak için bir manivela olarak kullanmayı düşünüyor bence. Almanya'da, İtalya'da, Fransa'da yıllardır savsaklanan reformlar, şimdi "tek para"ya geçişin önkoşulu olarak yapılabilirse bu ülkelerin sanayi ve hizmet sektörlerinin de küresel rekabetin gerektirdiği sıçramayı yapabileceği düşünülüyor.
Evet, dünyada sürmekte olan şirket evliliklerinin de gösterdiği gibi, 21. yüzyılın dünyasında ekonominin reel sektörlerinde, yani üretim temelinde güçlü olanlar öne çıkacak. Bunun farkında olan hükümetler, ülkelerinin sanayi ve hizmet sektörlerindeki özel firmaların bu yarışmada öne çıkmasını sağlayacak şartları yaratmaya çalışıyor. Türkiye'deki sanayici ve işadamı ise bu yaklaşımı göremediği için, tersine bu şartları yaratamayan hükümetlerce suçlandığı için şimdi isyan bayrağını açıyor.
Bu gelişme gerçekçi çözümlere yönelişi zorlayıcı bir etken olur mu diye umutlamak mümkün ama bu çözümlerin hayata geçirilmesi için işadamlarının tepkisi yeterli değil. Bu çözümlerin diğer toplum kesimlerine de anlatılması ve benimsetilmesi lazım, bunun önünde de ciddi engeller var. Bunu başka bir yazıda tartışacağız.
Grafik altı: İstikrarsızlık yatırımı vurdu: 1994 krizi sonrasında gümrük birliği heyecanının da etkisiyle canlanan özel imalat sanayi yatırımları 1997'de durakladı. İstanbullu sanayiciler bu ortamda yeni bir yatırım atılımı beklemenin zor olduğunu vurguladılar.