Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Kemal Derviş, merkezden sola açılan bir yelpazede bir tür güç birliği sağlama çabasını sürdürüyor. Derviş’in ancak bu yolda bir başarı elde ettiği taktirde siyasete atılacağını, aksi halde akademik hayata döneceğini iddia edenler de var.
Son dönemde anonim haber kaynağı olarak yaygın ilgi gören "Derviş’in yakın çevresi"ne dahil olmadığım için Sayın Derviş’in neden böyle bir çaba içine girdiği konusunda birinci ağızdan bilgi sahibi değilim, ancak kendime göre tahminlerim var. Sanıyorum Derviş, dünyanın ve Türkiye’nin nasıl tehlikeli bir konjonktür içine girmekte olduğunun farkında. Bu çalkantılı dönemde Türkiye’yi yönetecek hükümetin sağlam bir seçmen desteğine ve meşruiyet tabanına oturması gerektiğini de biliyor. Bu hükümetin merkezden sola açılan bir desteğe oturması da Derviş’in kafasındaki projeyi hayata geçirmesi için gerekli tahminler ve değerlendirmeler yanlış çıktığı için yeni tahminde bulunmak istemiyorum ama Derviş’in ortak bir hedefe yöneltmeye çalıştığı kişilerin geçmişteki tavırları ve benmerkezci yaklaşımları, Derviş’in işinin hayli zor olduğunu düşündürüyor. Umarım benim kaygılarım bir kez daha yersiz çıkar ve Derviş yapmak istediğini başarır.
Hemen belirtelim ki Derviş bu zor işi başarsa bile yeni zorluklarla karşılaşacak. Bu zorluklar, bu kez iyimser davranıp Derviş’in oluşturduğu birlik cephesinin 3 Kasım’dan başarılı çıktığını varsaysak bile, bitmeyecek. ABD’nin durumu, Latin Amerika’nın içine düştüğü çıkmaz ve diğer gelişmeler çok kritik bir döneme girmekte olduğumuzu gösteriyor.

Önce Arjantin "hastalandı", geçen yıldan beri çok ağır bir krizin pençesinde kıvranıp duruyor. Son bir yıl içinde Arjantin halkı akla gelebilecek her felaketi yaşadı, paraları battı, işyerleri kapandı, sokaklara dökülüp dükkanları bile yağma ettiler Arjantin’de. Bu yılın ilk çeyreğinde Arjantin ekonomisi % 16 küçüldü, işsizlik oranı % 22’ye dayandı, son üç yıldır ekside olan enflasyonun 2002 sonunda yeniden % 100’ü aşması bekleniyor. Geçen yıl 145 milyar dolar borçla iflas bayrağını çeken Arjantin’deki tedavisi zor hastalığın "bulaşıcı" olmadığını söyleyip teselli bulanlar şimdi Uruguay’da, Brezilya’da, Peru’da, Paraguay’da, Ekvador’da ortaya çıkan "salgın hastalık" belirtileri karşısında tam bir panik içinde. ABD’nin "arka bahçesi" sayılan Latin Amerika, sanki zaman tünelinde yirmi yıl geri gidip, 1980’lerin bunalımlı günlerini yeniden yaşamaya hazırlanıyor.

İç karartan tablo
Latin Amerika’da Arjantin dışındaki tablo da gerçekten iç karartıcı. Satırbaşlarıyla özetlersek:
• Uruguay’da güvenilir bulunduğu için Arjantin zenginlerinin bile mevduat yaptığı banka sistemi, mevduat çekilişinin sistemi çökertmemesi için tatil edildi. Bankalardaki mevduatın % 40’ının çekildiği ülkede bir kısım halk dükkanları yağma etti. Haziran ayında dalgalı kura geçmek zorunda kalan Uruguay’da dolar peso karşısında % 50 değer kazandı, yılın ilk çeyreğinde ekonomi % 10 küçüldü. IMF şimdi bir acil destek paketini devreye sokarak paniği önlemeye çalışıyor. Altı ay önce Uruguay ekonomisi piyasalarca "güvenilir" bulunuyordu.
• Brezilya’da ekim ayında yapılacak başkanlık seçimini soldaki adaylardan birinin kazanma olasılığı, daha birkaç ay önce sorunlu görünmeyen Brezilya’nın bir anda "kuşku duyulan ülke" haline gelmesine yol açtı. Özel kesime açılan dış kredilerin çoğu yenilenmeyince dövize hücum başladı ve ülke parası real % 30 dolayında değer yitirdi.
Brezilya tahvillerinden kaçış başladı ve tahvil fiyatları yere çakılırken faizler patladı. Şimdi Brezilya’nın 250 milyar dolarlık borcunu çevirip çeviremeyeceği tartışılıyor ve durumu kurtarmak için IMF’nin yeni bir destek programına yeşil ışık yakması isteniyor.
IMF ise soldaki başkan adaylarından güvence almadan ek destek vermek istemiyor.
• Ekvador’da ekonominin dolarize edilmesinden sonra yaşanan saadet uzun sürmedi, grevci işçiler sokağa döküldü, şiddet unsuru içeren gösteriler yapıldı.
• Paraguay ekonomisi de Uruguay’ın ardından güven bunalımına girdi, ülkeden para kaçarken durgunluk kaçınılmaz oldu. Tepkiler tırmanınca ülkede olağanüstü hal ilan edildi.
• Peru ve Bolivya’da da halkın hoşnutsuzluğu eski sol hareketleri canlandırdı, sisteme, küreselleşmeye, ABD’ye karşı muhalefet güçlendi.

Amerika panikte
ABD açısından, IMF açısından, "Washington konsensüsü"nü savunanlar açısından ve hatta bizim açımızdan, Latin Amerika’da şimdi yaşanması olası çöküşü 1980’lerdekinden de vahim hale getiren olgu ise, bu çöküşün adeta IMF gözetimi altında gerçekleşmek üzere olması.
1990’larda, başta Arjantin ve Brezilya olmak üzere hemen tüm Latin Amerika ülkelerinin popülizmin etkisinden kurtulduğu, IMF’nin onayladığı yapısal reformları ve özelleştirmeyi gerçekleştirdiği, enflasyonu yendiği ve bunların sonucunda yabancı yatırım sermayesi de çekerek sağlıklı büyüme yoluna girdiği yazıldı çizildi Batı basınında, bu ülkelere övgüler düzüldü.
Bu ortamda bölgeye akan doğrudan yatırım sermayesi 1999’da 105 milyar doları buldu.
Ekonomideki düzelmeye paralel olarak demokrasinin de kökleştiği ve Latin Amerika’nın küresel düzene ayak uydurduğu teması işlendi. 1990’ların en büyük başarı öyküsünün kahramanı olan Arjantin 2000 yılında tökezleyince yeniden kuşkular belirdi ama "Arjantin’in hastalığı bulaşıcı değil" denerek olay geçiştirilmek istendi. Ancak bu yıl "hastalığın" bulaşıcı olduğu anlaşıldı ve panik başladı.

Sorun nerede?
IMF, her zaman olduğu gibi, sorunun IMF ile mutabık kalınan programların eksik ya da yanlış uygulanmasından kaynaklandığını söyleyecektir şimdi. IMF’nin bu iddiası kısmen doğru da olabilir. Ancak bunca yıl, bunca ülke, bunca başarısız program deneyinden sonra şu soruyu sormaya da hakkımız olmalı diye düşünüyorum: Acaba bu programlar çoğu kez uygulandığı ülkenin dokusuna uymadığı için mi eksik ya da yanlış uygulanıyor ve sonunda ülkelerin krize sürüklenmesine neden olabiliyor? Yoksa tasarım hataları mı var bu programların?
ABD’de ve 1990’larda Latin Amerika’ya övgüler düzen çevrelerde şimdi "popülizm hortlar mı, sol yeniden güçlenir mi, demokrasi sarsılır mı?" soruları soruluyor ve bir kez daha IMF’den medet umuluyor. Aslında Latin Amerika’daki çöküş bizi de yakından ilgilendiriyor çünkü biz de IMF’nin onayladığı bir programla kriz ortamından büyüme ortamına geçmeye çalışıyoruz ve bizim bünyemizin de kritik noktaya gelindiğinde programı reddettiğini defalarca yaşayarak öğrenmiş bulunuyoruz.

Türkiye Büyük Millet Meclisi gerçekten inanılmazı başardı, büyük bir çoğunlukla erken seçim kararını aldıktan sonra Avrupa Birliği’ne uyum yasalarını da tarihi bir oturum gerçekleştirerek çıkardı. Değeri ileride anlaşılacak birçok reformu da gerçekleştiren bu Meclis’e şapka çıkartmak hepimizin görevi. Havlayan havladı ama kervan yürüdü, Türkiye’nin önü açıldı.
Meclis’in bu beklemediğim başarısı, haftalardır karamsar bir "ayı" olmakla övünen bendenizin tavrını da değiştirdi, kendimi iyimser bir "boğa" gibi hissetmeye başladım, olumlu beklentilere yelken açacak hale geldim. Şimdi şapkadan bir de tavşan çıkartır ve seçimler sonucunda Türkiye’yi Meclis’in açtığı yolda ilerletecek, temeli sağlam bir hükümete kavuşursak bu kritik dönemeçten avantajlı çıkabiliriz belki. Sayfadaki diğer yazılarda da belirttiğim gibi, dünya zor bir döneme giriyor ama bu dönemde de iyi performans gösteren ülkeler öne çıkacak.