Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Geçen hafta Türkiye'de yaşananlar dolarla iktidar arasındaki bağların ne kadar güçlü olduğunu gösterdi. Amerikan dolarının nerede duracağı belli olmayan bir tırmanışa geçtiği gün, gözünü dolara dikmiş olan Türk milleti ne kadar daha yoksullaştığını hesap edip sinir krizleri geçirirken hükümetin kaç günlük ya da saatlik ömrü kaldığı da tartışılır olmuştu. Sonunda Enis Öksüz'ün istifası ve TC Merkez Bankası'nın döviz kurlarının başıboş bırakılmayacağı sinyalini vermesi paniği durdurdu ve hükümetin ömrünü bir kez daha uzatmış oldu.
Geçen hafta yaşananlar, günümüzde mali piyasalara hakim olmanın ne denli önemli olduğunu bir kez daha gösterdi. Bir kez daha görüldü ki, hükümetin ve Meclis'in haklı olarak övündüğü, ekonomiyi sağlam temellere oturtacak yasal değişikliklerin önemini kavrayan ve buna prim veren yok gibi. Hemen herkes gözünü dolara ya da borsaya dikmiş, dolardaki ve borsadaki günlük gelişmelere göre ekonominin ve hükümetin gidişatı hakkında hüküm veriyor. Bu yüzden de bunu dikkate alan bir politikanın izlenmesi büyük önem taşıyor; bunu gözardı eden bir ekonomi yönetiminin başarılı görünme şansı ise yok gibi.
Hükümet ve ekonomi yönetimi bunu nihayet anladı galiba. Ancak mali piyasalara hakim olmak için olayın önemini kavramanın yeterli olmadığını da unutmamak gerekiyor.

Türkiye şu anda, yıllardır ertelediği bir dönüşümü gerçekleştirmeye çabalıyor. Ekonomisini, siyasi yapısını, hukuk düzenini küresel düzenin gereklerine göre yeniden yapılandırmaya zorlanıyor. Çıkartılan yasalar, yapılan kurumsal düzenlemeler, ekonomiyi siyasetin keyfi müdahalesinden arındırma çabaları hep bu bütünün parçaları.
Türkiye ekonomisinin gelip tıkandığı nokta bu dönüşümü daha fazla ertelemenin olanaksız olduğunu gösteriyor aslında. Ancak bu dönüşümü gerçekleştirirken toplumda pek çok grubun bundan zarar görmesi ve buna tepki göstermesi de kaçınılmaz görünüyor. Artık sürdürülemez hale gelen "eski düzen" içinde edinilmiş ayrıcalıkların, statülerin, mevkilerin, etki alanlarının kaybedilmesine karşı bir direnç olması gayet doğal.

Dönüşümün gereği
Buna karşılık yaşanmakta olan dönüşümün neden gerekli olduğunun ve kime ne getireceğinin, ülkeye ve topluma ne kazandıracağının insanlara anlatılması, buna dayalı bir gelecek vizyonunun ortaya konması gerekiyor. Şu anda olayın bu boyutu eksik bence ve bu nedenle dönüşüme karşı çıkanların, statükoyu savunanların sesi daha çok çıkıyor. Dönüşümü savunanlar da, tıpkı dönüşüme karşı çıkanlar gibi, genellikle negatif argümanları kullanıyorlar, "IMF'nin dediğini yapmazsak mahvoluruz" edebiyatına sarılıyorlar.
Dönüşümün zorunlu olduğunu savunanlar bunun Türkiye'ye nasıl bir ufuk açacağını, çeşitli kesimlere ne getireceğini ise yeterince anlatamıyorlar. Makroekonomik istikrarın ve enflasyonsuz yaşamın dar gelirli kesimlere getireceği yararların ötesinde, örneğin Türkiye'ye yeni ufuklar açabilecek bir eğitim atılımının, interneti kırsal alana sokacak bir açılımın, yeni teknoloji - kalkınma ilişkisini somutlaştıracak bir stratejinin vizyonunu ortaya koyamıyorlar. Derviş'in programının en büyük eksiği de bu bence.

Yeni sosyal kontrat
Bu dönüşümü yaşamak zorunda olan Türkiye'nin yeni bir vizyonla birlikte bununla bağdaşacak yeni bir "sosyal kontrat"a ihtiyacı var. Siyasetçi - seçmen ilişkisinin bu kontrat çerçevesinde yeniden belirlenmesi şart. Siyasetçinin yanısıra işadamının, bürokratın ve medyanın rollerinin de yeniden tanımlanması ve tüm bu unsurların toplum nezdindeki itibarının - meşruiyetinin tartışma gündemine gelmesi gerekli. Ayrıca vatandaşın haklarının ve sorumluluklarının da yeniden tanımlanması da önemli. Bu temel konularda toplumsal bir konsensüs sağlamadan; dönüşümün gereği ve niteliği konusunda bir genel konsensüse varmadan; işadamının, siyasetçinin, medyanın bu süreçteki önemini teslim etmeden bu dönüşümü gerçekleştirmek çok zor. Bunu sağlamadan erken seçime gitmenin ya da bir teknokrat hükümeti kurup çözümü onlara havale etmenin de fazla bir anlamı yok bence.

Eski program neden çöktü?
Aslında 2000 yılında uygulanmaya çalışılan "kur çıpası"na dayalı program da "toplumsal konsensüs" sağlanmadan uygulanmaya çalışıldığı için sulandırıldı ve yarıda kaldı. Kasım krizinden sonra bile çeşitli kesimlerin talepleri bitmedi ve sonunda program çöktü. Şimdi uygulanmaya çalışılan program da aynı nedenle çökme tehlikesiyle karşı karşıya. Bunun aslında Türkiye'nin programı olmadığı, dışardan bize empoze edildiği, halkın çıkarlarıyla çeliştiği iddiaları hayli yaygın. MHP'nin ve diğerlerinin bu programın yıkılışı üzerine politika bina etmek istedikleri de akla gelen olasılıklar arasında.

Destek cephesi
Bütün bunlar yaşanıyor çünkü insanlar bu programla nasıl çıkmazdan çıkılacağını, bunun kendilerine nasıl yansıyacağını göremiyor. Bu çok önemli bir eksiklik. Bunun gideremezsek korkarım bu program da çökecek ve daha kötü bir noktaya geleceğiz.
Türkiye'de bu programı da yarıda bırakmanın ve kimilerinin umduğu gibi dünyayı dışlayan, kapalı bir sisteme dönmenin getireceği çıkmazların farkında olan herkesin hiç vakit yitirmeden harekete geçmesi, yeni bir sosyal kontrat için fikri ve siyasi hazırlık yapması gerekiyor. Bu noktada sonuç alabilmek için dar siyasi ve kişisel çıkarların ötesine geçen bir dayanışmaya gerek var gibi geliyor bana.

UNDP'nin İnsani Gelişme Endeksi'ne göre küreselleşmenin etkisinin hissedildiği 1975 - 1999 yılları arasında insanlığın gelişme düzeyinde önemli bir ilerleme kaydedilmiş, 1975'te dünya nüfusunun üçte biri "düşük gelişme" düzeyindeyken bu oran 1999'da % 10 dolayına inmiş. Buna karşın küreselleşmenin yarattığı eşitsizlik ve altüstlük, küresel düzende de yeni bir kontrat arayışını gündeme getirmiş bulunuyor.

Peş peşe yaşanan krizlerden sonra işini kaybeden ya da yapacak iş bulamayanlar arasında, en azından krizler öncesine kadar hali vakti yerinde olan genç işadamları ve finans sektörünün parlak çocukları da varmış. Kuruçeşme'deki Planet ya da Alkent'teki Hillside gibi spor merkezlerine sıkça uğrayanlardan edindiğim bilgilere göre bu gençler şimdi boş kalan saatlerini kendilerini spora vererek, bol bol halter kaldırarak ve adale yaparak geçiriyorlarmış. "Bazılarını tanımakta güçlük çekiyorum, müthiş vücutlu ve sağlıklı bir işadamı ve yönetici grubu oluşuyor" dedi, bu bilgileri aktaran bir dostum.
Bu vücutlalarla kendi sektörlerinde işlerin açılmasını mı bekleyecek bu arkadaşlar? İşlerin açılmasını geciktiren politikacılara sancı verecek vücut gösterileri mi yapacaklar? Yoksa eski işlerinden ve politikacılardan umudu kesip, hala çok iyi iş yaptığı söylenen ultra lüks eğlence yerlerinde "süper sofistike body - guard" olarak mı görev alacaklar, doğrusu bilmiyorum.