Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Başbakan Erdoğan’ın kendi ölçülerine göre “edepsiz” diyerek suçladığı yazarlardan biri de benim. Suçum sabit. Yazılarımda ve yazı başlıklarında, Adalet ve Kalkınma Partisi’nden söz ederken, her defasında önce partinin adını bütünüyle yazdıktan sonra, defalarca “AKP” kısaltmasını kullandım. Üstelik geçen yıl yayınlanan kitabımın kapağında da “AKP Gerçeği” ibaresi yer aldı. Yani sayın Başbakan’a göre iyice “edepsiz” sayılabilirim.

“Edepsiz” yazarın kompleksli itirafı

“Edepsiz” sözcüğünün Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözlüğünde iki karşılığı var: “1.Utanılacak işleri hiç sıkılmadan yapan, utanmaz, sıkılmaz, terbiyesiz. 2. Sakınılacak kötü kimse, şirret.” Sayın Başbakan’a göre, Adalet ve Kalkınma Partisi için “Ak Parti” kısaltmasını kullanacağınıza “AKP” kısaltmasını kullanırsanız, “hiç sıkılmadan utanılacak işler yapan, şirret biri” olduğunuzu ortaya koymuş olursunuz.
Geçen sabah bazı gazetelerin manşete çıkardığı bu haberi okurken önce irkildim sonra kendi kendime gülmeye başladım. Evet, gergin bir ifadeyle bu sözleri sarf eden Sayın Başbakan’ın o andaki halini düşünerek gülmeye başladım ve sorular sıralandı kafamda: Onun konumundaki bir insanın böyle bir suçlamayı bu kadar rahatlıkla yapabilmesi için nasıl bir ruh haline ve nasıl bir terbiye anlayışına sahip olması gerekirdi? Bir Başbakan’ın “AKP” kısaltmasını kullanan herkesi, bu kadar sudan bir gerekçeyle ve bu kadar ağır sözlerle suçlayabilmesi neyin göstergesiydi aslında?

Erdoğan’la farkımız
Bu soruların cevabını bulmak için Başbakan Erdoğan’la suçladığı kesimdekilerin hangi bakımlardan farklı olduğuna bakmak lazım. Suçlananlardan biri olarak karşılaştırmayı kendimle yapayım. Beni “edepsiz” diye suçlayan Sayın Başbakan ile benim yetişme ortamım, düşünce tarzım, bilgi dağarcığım, değer ölçülerim, saygı anlayışım tamamen farklı, belirli sözcükleri ve kavramları anlamlandırma anlayışımız arasında da muazzam farklar var. Genel Yayın Yönetmenimiz Sedat Ergin’in bazen kullandığı deyimle “softwarelerimiz farklı”. Bu nedenle pek çok konuda bakış açımızın farklı olması, benim hiç bir zaman yapamayacağım pek çok şeyi onun rahatlıkla yapması, kolay kullanamayacağım sözcükleri kolaylıkla kullanması mümkün.
Burada sorun, aramızdaki bu farklılığın benden çok sayın Başbakan’ı rahatsız etmesinden kaynaklanıyor. Bu nedenle o beni ve benim gibileri kendince aşağılayarak ve “edepsizlik”le suçlayarak kendisini rahatlatma ihtiyacını duyabiliyor. Bize de böyle kompleksli itiraflarda bulunmak kalıyor.

Haberin Devamı

“Edepsiz” yazarın kompleksli itirafı

Haberin Devamı

’24 Ocak’tan ‘4 Haziran’a mı?
Başbakan Erdoğan’ın 4 Haziran günü açıkladığı ekonomik paketin kimi yayın organlarında “devrim” ya da “yeni ekonomi” gibi manşetlerle karşılanması bana 1980 yılının başında alınan ve açıklandığı günün tarihiyle ‘24 Ocak Kararları’ diye anılan kararları anımsattı. O günleri yaşayanların anımsayacağı gibi, Süleyman Demirel’in başbakan olduğu dönemde alınan o kararlarla, Türkiye’de ekonominin kaderinin ve hemen tüm temel fiyatların piyasalarda değil Ankara’da belirlendiği bir dönemin kapanma süreci başlatılmıştı.
Şimdi bunlara inanmak zor gelebilir ama ‘24 Ocak Kararları’nın açıklandığı dönemde Türkiye’deki gazetelerde günlük olarak izlenebilen tek bir ekonomik gösterge vardı: Her gazetenin belirli bir köşesine sıkıştırılmış olan “altın fiyatları”. Bırakın bugün olduğu gibi ABD’deki göstergeleri anı anına izlemeyi, ekonomiyi izlemeye çalışanlar gözlerini Ankara’ya dikmiş, hangi ürüne ne zaman zam yapılacağını, teşviklerin ve ithalat kotalarının nasıl dağıtılacağını öğrenmeye çalışırdı. Hükümetin faizleri değiştirmesi hele döviz kurunu ayarlaması, yani devalüasyona gitmesi ise çok uzun aralıklarla gerçekleşen büyük olaylardı.

Özal’ın açılımı
Benim değerlendirmeme göre ‘24 Ocak Kararları’nın fikir babası, o dönemde dünyada yayılmakta olan eğilime inanmış olan, Turgut Özal’dı. Özal, Türkiye ekonomisinin de dünyadaki eğilime uyarak, dış rekabete açık bir piyasa ekonomisi haline gelmesini öngörüyordu. ’24 Ocak Kararları’ da bunun ilk adımını oluşturuyordu.
Bu kararlar o dönemde büyük tartışmalara yol açtı, ciddi direnişle karşılandı. “Bu kararlar Türkiye’yi felakete götürür” diyenler oldu. Her kesime ezber bozan yükümlülükler getiren bu kararlar ilk somut sonuçlarını 12 Eylül askeri yönetimi sırasında verdi, piyasalaşma sürecidaha sonra Özal’ın başbakanlığı altında geliştirildi. Şimdi gelinen noktadan geriye dönüp baktığımızda bu kararların Türkiye ekonomisini, iyi ya da kötü, farklı bir raya oturttuğunu ve bu nedenle önem taşıdığını söyleyebiliriz.

‘4 Haziran Kararları’ mı?
Başbakan Erdoğan’ın 4 Haziran’da açıkladığı kapsamlı paketin Türkiye ekonomisinde yeni bir dönemin başlangıcını belirlemede ne denli etkili olacağını da yaşayarak göreceğiz. Bu kararların, 1980’lerdekinin tam tersine, tüm dünyada devletin ekonomiye müdahalesinin büyük ölçüde arttığı bir dönemde gündeme gelmiş olması da ilginç. Benim ‘kökten piyasacı’ diye nitelediğim anlayışa yakın görünen Başbakan Erdoğan’ın, bugüne dek sıcak bakmadığı yönlendirici sanayi politikalarını şimdi gündemine almış olması önemli bir gelişme.

Başarının koşulları
Bu kararların, Türkiye’nin küresel krizden gerekli dersleri çıkartarak ekonomisine yeni ufuklar açabilmesi için, öncelikle şu noktalara dikkat edilmesi önemli:
-  Getirilen teşviklerden yararlanarak kararların amacına ulaşmasını sağlayabilecek olan özel sektörün aradığı istikrar ve güven ortamının oluşturulması
-  Ekonomik istikranın en önemli unsuru olan makroekonomik çerçevenin belirlenmesi ve buna uyulması
-  Kararların, iktidar partisine ve yandaşlarına avantaj sağlamak için kullanılmayacağının görülmesi
-  Kararların yabancı sermayeyi caydıracak sonuçlar yaratabileceğinin göz ardı edilmemesi.