Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Osman Ulagay


       Ecevit hükümeti çok boyutlu bir krize girmiş olan ekonomiyi ayağa kaldırmaya çalışırken toplumun geniş bir kesimi, ekonomimizin karşı karşıya bulunduğu tehlikenin ve bu tehlikeyi atlatmak için yakaladığı fırsatın pek farkında değil galiba. Hükümetten her gün yeni bir ödün koparmaya çalışan sermaye kesimi de, genel grev tehdidiyle statükoyu koruma çabasındaki emek platformu da, sanki hükümetin elinde sonsuz olanaklar varmış da bunun nasıl dağıtılacağı tartışılıyormuş havasında, "bana da, bana da" şımarıklığı yapıyor. Galiba Türkiye'yi büyük bütçe fazlaları veren ve bu fazlayı nasıl kullanacağını tartışan ABD ile karıştırdılar, pastadan pay kapma mücadelesi veriyorlar.

Türkiye, ABD değil

       Oysa Türkiye'nin şu andaki durumu ABD'ninkine hiç mi hiç benzemiyor:
       * Birincisi Türkiye'de bütçe fazla vermiyor, tersine büyüyen bir açık veriyor. Deniz Gökçe'nin Denizbank bülteninden köşesine aldığı verilere göre bu yılın ilk yedi ayında dolar bazında bütçe nakit açığımız % 82 artarak 9 milyar dolardan 16.4 milyar dolara çıkmış.
       * İkincisi, bizde kamunun deliği bütçeyle bitmiyor. Mahfi Eğilmez'in verdiği rakamlara göre, Ziraat Bankası ile Halk Bankası'nın 1998 yılında 12 milyar dolar dolayında olan görev zararı stoğunun 1999'da 15.6 milyar dolara tırmanması söz konusu.
       * Üçüncüsü, her kesime bir şeyler verme baskısı altındaki hükümet, bir yandan vergide taviz verirken diğer yandan büyüyen kamu açıklarını petrol ürünleri zamlarına yüklenerek kapatma yoluna girdi. Yılın ilk yedi ayında benzine yapılan zam % 105'lerde. En temel girdilerden birindeki bu çarpıcı artışın piyasanın elverdiği ölçülerde yaygın bir mal ve hizmet grubuna yansıtılması ve enflasyonu azdırması söz konusu olabilir.
       * Dördüncüsü, iş aleminin moralini bozan faktörlerin başında gelen reel faizlerde anlamlı bir düşüş olması için dış kaynak girişinin hızlanması gerekiyor ki bunun somut işaretleri henüz belirgin değil.
       * Beşincisi, sanayimizdeki rekabet gücü erozyonunun nasıl tersine çevrileceği, ihracatta bir kıpırdamanın nasıl gerçekleşeceği bilinmiyor.

Tehlike ve fırsat

       Tüm bu olumsuz koşullara karşın yılın ikinci yarısında ekonomide canlanma bekleyenler var; ayrıca grafikte görüldüğü gibi rakamlar da buna yardımcı olabilecek ama garanti değil bu canlanma. Her şey eylül - ekim aylarının içerde ve dışarda nasıl geçeceğine bağlı.
       Canlanma garanti olmadığı gibi kamu açıkları cephesinde beklenen düzelmenin olmaması halinde durumun daha da kötüye gitmesi, ekonominin daha derin bir çıkmaza sürüklenmesi olasılığı var.
       Buna karşılık Türkiye'nin önündeki fırsat, ABD'nin ve IMF(Uluslararası Para Fonu)nun Türkiye'nin elinden tutmaya kararlı görünmeleri. Hükümet, yıllardır savsaklanan reformları gerçekleştirebilirse, sonbaharda IMF ile bir anlaşma yapılması ve destek sağlanması güçlü bir olasılık. Bunu Dünya Bankası'nın mali desteği ve uluslararası piyasalardan kaynak girişi de izleyebilir. Değişen dünya koşullarında kararsız kalan sermayeden Türkiye'ye bir şeyler damlaması olasılığı da artar.
       Ecevit hükümeti sanırım bu fırsatı gördüğü için, çeşitli kesimlerden gelen tepkileri de göze alarak reform takvimini uygulamaya çalışıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin de bu fırsatın idraki içinde reformlara destek vermesi bu fırsatın iyi kullanılabileceği izlenimini güçlendiriyor. Financial Times gibi bir gazetenin şimdiden bu gelişmeye dikkat çekmesi ve imzasız yorumunda "Türkiye'de umut" başlığını kullanması bu yolda atılan ve atılacak olan adımların dikkatten kaçmayacağını gösteriyor.

Tehlikeyi görmeyenler

       Türkiye bu fırsatı kaçırır ve IMF ile anlaşma yoluna giremezse ekonomimiz hızla daha derin darboğazlara sürüklenebilir. Ancak bugün tırmanan taleplerle ya da protestolarla hükümeti sıkıştıran ve reform takviminin önünü tıkamaya çalışanlar, bindikleri dalı kesmeye çalıştıklarının pek farkında değiller galiba. Krize sürüklenmiş bir ekonomide ve ülkede, kimin nasıl hak mücadelesi yapacağını ve ne elde edeceğini doğrusu merak ediyorum.

Reel faiz düşerse büyüme nasıl artar?

       Yüksek enflasyonun bir noktada ekonomiyi durdurucu etki yapacağını anlatmak kolay olmadı Türkiye'de. Enflasyonu düşürmenin büyüme hızını artıracağı fikri de rağbet görmedi.Tam tersine, enflasyonun yüksek büyümenin yan ürünü ya da bedeli olduğu fikri kabul gördü.
       OECD(İşbirliği ve Kalkınma Örgütü)nün son Türkiye raporunda yer alan ve belli varsayımlara dayandırılan hesaplama, Türkiye'de enflasyonun ve reel faizlerin tek haneli rakamlara inmesi halinde iç talebin ve GSYİH büyüme hızının nasıl yükseleceğini ortaya koyuyor.
       Gelir ve fiyat politikalarıyla desteklenen tutarlı bir antienflasyonist politika izleneceği ve reel faizlerin dönem başında % 35'den dönem sonunda % 7'ye düşeceği varsayımıyla yapılan hesaplama, 1. ve 2. yıllarda iç talepte ve büyüme hızında sınırlı artışlar sağlanacağını, ancak sonraki yıllarda hızlanan artışların 6. yılda birikimli olarak iç talepte % 21'lik, büyüme hızında ise % 14.4'lük bir ek artış sağlayacağını gösteriyor.
       Bu hesaplama Türkiye'nin değerlendirebileceği fırsatlar konusunda bize güzel bir fikir veriyor.




Yazara E-Posta: oulagay@milliyet.com.tr