Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Küresel krizden çıkış sürecinde ‘Yükselen Pazar’ (YP) ülkelerinin küresel büyümenin itici gücü olacağını, zengin - gelişmiş ülkelerin ise daha yavaş bir tempoda büyümesinin beklendiğini daha önceki yazılarda belirtmiştik.

Zenginlerin borcu
McKinsey Global Institute tarafından gerçekleştirilen bir araştırma bu olgunun önemli bir nedenini ortaya koyuyor ve ağır borç yükü altındaki
zengin - gelişmiş ülkelerin nasıl bir çıkmazın içine sürüklenmiş olduğunu gözler önüne seriyor.
Kamu borcuna ek olarak reel sektörün, finansal kurumların ve hane halkının borcunu da hesaba katarak 10 zengin ülke ile ‘BRIC’ ülkeleri diye anılan Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in toplam borçlarını hesaplayan ve bu 14 ülkenin toplam borç/GSYH oranlarını karşılaştıran McKinsey
Global Institute çarpıcı bir tablo elde etmiş. Grafikte de görüldüğü gibi, zengin ülkelerin toplam borç/GSYH oranı % 469 (İngiltere) ile % 245 (Kanada) arasında değişirken ‘BRIC’ ülkelerinde bu oran % 159 (Çin) ile % 71 (Rusya) arasında.
Zengin ülkelerde özellikle hane halkının ve finansal kurumların aşırı borçlanması sonunda krize yol açtı. Krizin zorunlu hale getirdiği devasa kurtarma operasyonları ise bu kez kamu borcunu patlattı. Bu süreç, söz konusu ülkelerin toplam borcunu daha da büyüttü ve bu borcu nasıl ödeyecekleri sorusunu gündeme getirdi.
Şimdi gelinen noktada zengin ülkeler ciddi bir ikilemle karşı karşıya: Ya inandırıcı borç azaltma programları ortaya koyacaklar ya da kredi notlarının düşürülmesi tehdidiyle karşı karşıya kalacaklar. Bu olasılığı önlemek isteyen aşırı borçlu ülkeler borcu azaltmak zorunda ama bunun hiç de kolay olmayacağı ve söz konusu ülkelerin büyüme hızını olumsuz etkileyeceği de bir gerçek.
McKinsey’in araştırmasının kapsamadığı Yunanistan, İrlanda ve Portekiz gibi ülkeler de benzer durumda ve bu ülkelerin borç çıkmazını nasıl aşacakları şu anda mali piyasaları meşgul ediyor.

Yavaş büyüme tuzağı
McKinsey’in araştırması, borç azaltma sürecinin, krizi izleyen 2-3 yılda söz konusu ülkelerin büyüme hızını aşağı çektiğini hatta bazen resesyonu uzatabildiğini gösteriyor. Bu koşullarda ABD ve Avrupa ekonomilerinin tatminkâr bir büyüme temposuna erişmesinin zaman alacağı ve hemen önümüzdeki dönemde ancak yavaş bir tempoda büyüyebileceği anlaşılıyor. Bunun da küresel ekonominin büyüme hızını sınırlaması kaçınılmaz görünüyor.

Haberin Devamı

G-10’un borcu krizden çıkışı yavaşlatıyor

Haberin Devamı

Türkiye için iyi mi, kötü mü?
Küresel krizi zengin - gelişmiş ülkeler tetikledi ama ‘Yükselen Pazar’ (YP) ülkeleri ve onlardan biri olan Türkiye de bu krizden olumsuz etkilendi.
Uluslararası ticaretteki ani daralma ve krizin panik aşamasında ‘sıcak para’nın YP ülkelerinden kaçması bizim gibi ülkeleri de vurdu ve gerekli önlemler zamanında alınamayınca Türkiye
ekonomisi 2009 yılında en çok küçülen ekonomilerden biri oldu.
Dünya ekonomisinin borçlu ülkeler nedeniyle yavaş büyümeye devam etmesi bizi de olumsuz etkileyecek ama olayın bir başka boyutu daha var. Türkiye’nin aşırı borç yükü altındaki ülkelerin durumunda olmaması ve onların yavaş büyümeye mahkûm
göründüğü önümüzdeki dönemde daha hızlı büyüme şansına sahip bulunması
onlara göre iyi görünmesini sağlıyor. Türkiye bu şansını iyi kullanırsa daha çok dış kaynak çekerek büyümesini hızlandırabilir.

Haberin Devamı

Davos’a da haddini bildirdik

G-10’un borcu krizden çıkışı yavaşlatıyor

Başbakan Erdoğan’dan sonra bakanları da Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu (DEF) yıllık toplantısına katılmayacaklarını açıkladı. İşçiden memura, çiftçiden esnafa, patronlardan aydınlara kadar her kesime haddini bildirmekten büyük bir zevk alan Sayın Başbakan böylece DEF yönetimine de haddini bildirmiş oldu.
DEF yönetimi buna ne kadar üzüldü (ya da sevindi) bilmiyorum ama Türkiye’nin bu yıl Davos’ta hükümet yetkilileri tarafından temsil edilmemesini fazla dert etmemize gerek yok bence çünkü geçen yıl Davos’ta yalnızca “One minute” şovuyla dikkat çekebilen Türkiye’nin bu yıl dikkat çekecek yeni bir olay yaratması zordu, orada bulunanlara anlatacak bir ‘hikâyesi’, bir başarı öyküsü de yoktu. Güncel bir ‘hikâyesi’ olmayan Türkiye’den bir hükümet yetkilisinin Davos’ta bulunmamasının fark edileceğini pek sanmıyorum. Şayet bunu fark eden olursa, bu davranışın Türkiye’nin Batı’ya burun kıvırmasının yeni bir örneği olup olmadığını sorabilir bize.
Öte yandan başka ülkelerin hükümet yetkilileriyle ve iş dünyasının temsilcileriyle bir araya gelip güncel küresel sorunlar konusunda fikir alışverişinde bulunmak bizim bakanlar için de yararlı olabilirdi diye düşünüyorum ama tabii bu benim safça düşüncem. Bizim açılımcı Başbakanımız ve bakanlarımız her konuda her şeyi bildikleri için buna ihtiyaç duymadı herhalde.