Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Önce iyi haberi vereyim: Bu sıcak yaz gününde bizler böyle yazılar yazıp fikir jimnastiği yapma cesaretini bulabiliyorsak ve birileri de ilgi gösterip bu yazıları okuyorsa Türkiye’de bir şeyler değişiyor demektir. Genelde konuları derinlemesine tartışmayı, analiz etmeyi pek sevmeyen; buna karşılık hazır reçetelere ve çözümlere bayılan insanımız, gelinen noktada bir şeyleri derinlemesine tartışmanın önemini biraz olsun idrak etmeye başladı galiba.
Ancak bunun hemen ardından fena haberi de vermek zorundayım: Durumu bütün yönleriyle değerlendirmeden kestirme sonuçlara sıçramak ve daha önce denenmiş yöntemlere ya da hazır reçetelere sarılmak hala çok daha kolay geliyor bize. Olası sonuçlarını tam olarak düşünmeden hemen bir "parlak fikre" sıçrayabiliyoruz.

İsyandan ara rejime
Bu durum, hükümetin son haftalardaki serüvenleriyle daha da pekişen bir güvensizlik ve umutsuzluktan kaynaklanıyor. Son günlerde çeşitli çevrelerde dile getirilen bir temenniyi, Rahmi Koç Müzesi’nin açılış töreninde TÜSİAD yönetimindeki bir işadamımızdan da duyunca insanların ne kadar bıkkın ve umutsuz bir noktada olduklarını daha iyi anladım. "Halk sokağa mı dökülecek, bu gidişata isyan mı edecek, ne olursa olsun da bu hükümet gitsin, farklı bir noktaya gelelim", diyordu, pek çok kişinin görüşlerine tercüman olan bu işadamımız.
Diğer yandan bu çıkmazdan ancak bir erken seçimle çıkılacağını söyleyen kıdemli politikacılar, umudunu "teknokratlar hükümeti"ne bağlayan, daha ileri gidip "ara rejim" özlemini dile getiren yazar - çizer takımı da hayli faal son günlerde. IMF desteğindeki programı eksiksiz uygulamayı bir çıkış yolu olarak görenleri ya da tam tersine "IMF’yi kovup moratoryum ilan edelim" diyenleri de bunlara ekleyebiliriz.

Hazır çözüm var mı?
Aslında bu tür çözüm önerilerinin her birinde dikkate alınması gereken farklı noktalar var ama hepsi de bana yanlış görünen bir varsayımdan yola çıkıyor. Sanki bizim içine düştüğümüz çıkmazdan kısa sürede kurtulmamızı sağlayacak hazır reçeteler, krizden çıkış yolları var da mevcut siyasi kadro bunu gözardı ediyor; seçimle farklı bir kadro gelse ya da bir teknokratlar hükümeti kurulsa bir anda her şey değişecek ve bu sihirli reçeteyi uygulayıp düzlüğe çıkacağız anlayışı sırıtıyor tüm bu tür önerilerde. Küreselleşmenin getirdiği sınırlamaların ve zorlukların göreve gelecek her hükümeti sıkıştıracağı gözardı ediliyor.
"Erken seçim" ve "teknokratlar hükümeti" önerilerinin olası sakıncalarını şimdilik bir kenara bırakıp "IMF’nin dediklerini eksiksiz yapma" önerisini ele alalım. Gerçekten de bu programın ruhunu kavrayan ve programı eksiksiz uygulayan bir hükümet olsa Türkiye krizin bu aşamasını belki daha çabuk atlatabilir, güven yaratarak farklı bir noktaya gelebilir.

Arjantin örneği
Ancak bunun böyle olacağına dair bir güvencemiz yok. Tam tersine, Arjantin örneğine baktığımızda, bizim bugün yapmaya çalıştıklarımızı on yıl önce yapan, enflasyonu yenen, parasını istikrara kavuşturan, mali sektör reformlarını yapan Arjantin’in başı şimdi gene belada. IMF’nin üzerinde durduğu önkoşulların çoğunun gerçekleşmiş olmasına ve önemli ölçüde yabancı yatırım sermayesinin de ülkeye gelmesine karşın Arjantin’de beklenen yatırım sıçraması olmamış, rekabet gücü artmamış, istikrarlı bir büyüme sağlanamamış, buna karşılık borçlar artmış. Yatırımları yeni teknoloji alanlarında yoğunlaştırma ve teknoloji içeren ürünlerin ihracattaki payını geliştirme bakımından emekleyen Türkiye’nin bile gerisinde kalmış Arjantin.
Şimdi bunları bile bile "IMF söylesin, biz yapalım" demekle yetinmenin yeterli olduğunu söyleyebilir miyiz? Şu aşamada iflas bayrağını çekmemek için IMF’ye verdiğimiz sözleri yerine getirmeye çalışırken bir yandan da kendi çözümlerimizi geliştirme çabası içinde olmamız gerekmez mi?
"Erken seçim" ya da "teknokratlar hükümeti" önerileri de bana yaratıcı bir çaba göstermeden bulunan hazır çözümler gibi görünüyor. Kafamızı biraz zorlasak belki daha iyilerini bulabiliriz.

Yıllar önce Ankara’nın Mamak tepelerinde yedek subay olarak kıta hizmetimi yaparken bölük komutanı üsteğmenin emriyle bir bölük askeri kıraç toprağa yatırıp yüzme dersi vermek zorunda kalmıştım. O garip dersten yararlanan(!) erler arasında yüzme öğrendiğini sanıp suya atlama gafletinde bulunan oldu mu bilmiyorum ama Sayın Başbakan’ın ve bazı kabine arkadaşlarının ekonomiye, piyasalara, IMF’ye ilişkin beyanlarını dinlerken dağın başındaki o yüzme dersini hatırladım. Bizi yönetme iddiasındakiler de ekonomi bilgilerini ve deneyimini böyle bir ortamda edinmişler sanki.
Bu engin(!) bilgi ve deneyimleriyle IMF’ye ve dünyaya da ders verme hevesinde olan bu zevatın şimdi Kemal Derviş’i kaçırarak ekonominin yönetimini ele geçirmek istediğine dair söylentiler ve belirtiler var. Bana hep birer çizgi film kahramanını hatırlatan bu kişilere yakışır aslında. Hani o sık rastlanan bir an vardır çizgi filmlerde, kahramanın bastığı zemin altından kayıp gitmiştir ama o farkında değildir, birkaç saniye havada yürümek istercesine debelenir, sonra hızla yere çakılır.
Bizim "kahraman" politikacılarımızın altındaki zemin aslında 19 Şubat’ta kaydı ama onlar Derviş’in sağladığı "uçan halı" sayesinde bir süre daha havada debelenmeyi başardılar. Şimdi Derviş’i kaçırmak istiyorlar. Bunu başardıkları anda nasıl yere çakıldıklarını izlemek hayli eğlenceli olacak.

Çin başkentinde duvarları süsleyen aşağıdaki posterde Çinli çocuğun rüyası gerçekleşti ve çok başarılı bir kampanya yürüten Pekin, 2008 Olimpiyat Oyunları’nı düzenleme hakkını elde etti. Aday kentlerden olan İstanbul ise bir kez daha hüsrana uğradı. Bir an için bütün bunları unutup 13 Temmuz 2001’de bizim rüyamız ne olabilirdi diye düşündüm. Hayali haber başlıkları çıktı karşıma:
• 2008 Olimpiyat Oyunları’nı düzenleme hakkını İstanbul elde etti. Türkiye’nin son yıllarda insan hakları ve demokratikleşme konusunda attığı dev adımlar İstanbul’un Pekin’i mağlup etmesinde belirleyici rol oynadı.
• İstanbul’un "Olimpiyat kenti" olması uluslararası firmaların ve medyanın ilgisini çekti, büyük yatırım projeleri için firmalar sıraya girdi.
• IMF ile anlaşarak 2000 yılı başında uygulamaya başladığı "kur çıpası"na dayalı programı başarıyla hedefine vardıran Türkiye temmuz başından itibaren "kur bantları" uygulamasına geçti. Buna rağmen döviz kurlarında kaygı verici bir sıçrama olmadı.
• Yaz ucuzluğunun da etkisiyle 12 aylık enflasyon 35 yıldan beri ilk kez yüzde 20’nin altına indi.
• Bütün köylerin ve okulların 8 yıl içinde internete bağlanmasını öngören projeye destek sağlanması için Türkiye ile Avrupa Birliği arasında ilke anlaşmasına varıldı.
• Süleyman Demirel aktif politikadan çekildiğini ve yazmaya başladığı anılarında kapsamlı bir özeleştiri yapacağını açıkladı.