Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



TC Merkez Bankası'nın Ödemeler Dengesi Raporu, Türk lirasının değerlendiği bir ortamda 2003 yılında Türkiye'nin ihracatının nasıl yüzde 30'luk bir artış gösterdiğine rakam ve grafiklerle açıklık getiriyor. Bir kere dolar bazındaki yüzde 30'luk artışın yüzde 7'lik bölümü euronun dolar karşısında değer kazanmasından kaynaklanmış. Geriye kalan yüzde 23'lük artış da az değil kuşkusuz ve bunda ihraç ürünlerimizin fiyatlarında gözlenmeye başlanan artışın da bir miktar katkısı var. İhracattaki artışın temel nedenlerini şöyle açıklıyor Merkez Bankası Raporu:
"2003 yılında ihracatta gerçekleşen büyümenin arz ve maliyet koşullarının iyileşmesinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Özellikle işgücü ve enerji maliyetlerinin düşük düzeylerde oluşu ve verimlilik artışı Türk lirasının reel olarak değer kazanmasına rağmen firmalara dünya ölçeğinde rekabet gücü sağlamıştır. Ayrıca finansman imkanlarındaki iyileşme, artan ihracat fiyatları ve ABD doları/euro parite etkisi de bu artışı desteklemiştir."
Merkez Bankası raporunda yer alan grafiklerden biri özel imalat sanayiindeki verimlilik artışlarıyla ihracat miktar endeksi arasındaki yakın ilişkiyi gayet güzel ortaya koyuyor. 2003 yılında verimlilik artışları sürerken reel ücretlerin düşmeye devam etmesinin de ihracattaki artışı desteklediği anlaşılıyor. İhracattaki sıçramanın sınırını da bu faktörler belirleyecek herhalde.

Tekirdağ F Tipi Cezaevi'nden gelen mektup şöyle başlıyor: "Merhaba Osman abi. Baharın geldiği, havaya, suya ve toprağa cemrelerin düştüğü, bahar yağmurlarının çiselemeye başladığı, tohumların açtığı, umudun yeşerdiği günlerde F tipinin insana yabancı duvarlarının arasından yazıyorum bu mektubu size. Elbette bizler de isterdik özgürce dışarıda dolaşmayı. Tabii ki bu söylediğim fiziki bir özgürlük. Yoksa dört yıldır özgürlük için direniliyor F tiplerinde. Düşündüğün gibi, olduğun gibi yaşayabilmek için. Bu nedenle düşünsel olarak özgürüz."
"İnsanların daha iyi, daha güzel yaşamasını istediği için" cezaevinde bulunduğunu belirten, hayatının baharındaki Hasan Kaya'nın yazdığı bu mektup, çelişkili duygu ve düşünceler arasında bocalarken geçti elime. Doğadaki uyanışın yarattığı baştan çıkartıcı güzelliklerin seçim afişleriyle perdelendiği; baharla yeşeren umutların dünyada ve Türkiye'de yaşanan kaygı verici gelişmelerle gölgelendiği bir ortamda okudum bu mektubu. Ve her şeye karşın "yaşamak güzel şey be kardeşim" demek geldi içimden.

BAHAR GÜZEL AMA...
Böyle demek geldi içimden çünkü baharı, doğanın görkemli uyanışını bir kez daha hissedebiliyordum. Bu duyguyu, bir yazımdan esinlenerek bana mektup yazan cezaevindeki bir gençle, eşit olmayan koşullarda da olsa, paylaşabiliyordum. Biraz da bu mektup nedeniyle, düşünsel olarak özgür olmanın ne anlama geldiğini bir kez daha düşünebiliyordum.
"Düşler, Tutkular ve Suçlar" filmini serbestçe izleyebiliyor ve hakkındaki fikrimi söyleyebiliyordum. Belki de büyük şeyler değil bunlar ama kaygı verici bulduğum gelişmelerden önce bunları paylaşmak istedim.
Kaygı verici gelişmeler derken Türkiye'de yerel seçim sonrasında ortaya çıkabilecek tablodan başlayayım. AKP beklendiği gibi yeni bir seçim zaferi kazanır ve yerel yönetimleri de büyük çoğunlukla ele geçirirse Türkiye'de ortamın gerileceği kaygısını taşıyorum bir süredir. Başbakan Tayyip Erdoğan "şımarmayacağız" diyor ama tavrı hiç güven vermiyor bana. Avrupa ile bütünleşme hedefine kilitlenmiş görünen AKP yönetiminin bunun ötesinde Türkiye'ye ufuk açacak bir vizyonu bulunduğuna da hiç kani değilim.
Kendi dışında herkesi "vatan haini" sayıp kendini ülkenin, ulusun, laikliğin ve rejimin tayinle gelmiş koruyucusu olarak gören kesimin her hafta farklı bir çıkışla gündeme yansıyan ruh hali de fevkalâde kaygı veriyor bana. "Gerekirse 135 bin şehit daha verir, Yunanistan'ı da alırız" diyebilen bir üniversite rektörünün yansıttığı ürkütücü görüntü, "bunlardan her çılgınlık beklenir" kaygısını yaratıyor insanda. İşin kötüsü, bu iki cephe arasında aklın yolunu gösterecek etkili bir siyasal hareket de yok meydanda. CHP'nin seçim sonrasındaki hali merak konusu.

ORTADOĞU'DA KAOS
Gözümüzü dünyaya ve özellikle Ortadoğu'ya çevirdiğimizde ne görüyoruz? İşgal ettiği Irak'ta ne yapacağını bilemeyen bir Amerika. Kendi saflarından çıkan "hain"lerin ifşaatlarıyla her gün yeni darbeler alan Bush yönetimi. Ve içten darbelerle sarsılan Bush yönetiminin seçim yılında hiçbir önleyici adım atamayacağını varsayarak, Filistinli liderleri hükümet kararıyla yok etmeye yönelen Ariel Şaron'un bilerek tırmandırdığı çatışma ortamı. Bu ortamın, küresel boyutlar kazanan teröre, kendi mantığına göre haklılık kazandırarak yeni eylemlerin yolunu açması ve giderek bir Müslüman - Hıristiyan savaşına zemin hazırlaması da artık hesaba katılması gereken bir olasılık.
Türkiye'yi yakından ilgilendiren, kaygı verici gelişmeler bunlar. ABD'deki başkanlık seçimine kadar bölgede yeni bir kaos yaşanmazsa sevinmek gerekecek. İşte bütün bunları düşününce baharın yeşerttiği umutlarla avunmak zorlaşıyor. "İlerici" ve "aydın" diye geçinen kesimin yasaklayıcı tavrı ise aslında düşünsel özgürlüğün ne kadar uzağında bulunduğumuzu gösteriyor.

BERTOLUCCI'YE '68'Lİ TEPKİSİ
Vatan gazetesi 1968 Paris'inde geçen Düşler, Tutkular ve Suçlar filmini izleyen bizim '68 kuşağından bazı kimselerin filmle ilgili görüşlerini almış. Bizim '68'liler genelde filme tepki göstermiş, "biz böyle değildik" demiş. Filmin yasaklanmasını isteyenler bile var içlerinde. Doğrusu ben de çok beğenmedim filmi ama Bertolucci'nin kendine özgü bir film yaptığını düşündüm. Bizim '68'lilerin alınacağını düşünseydi yapmazdı herhalde.