Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Bankalar Birliği Genel Sekreteri Ekrem Keskin'in derlediği veriler Türkiye'de kişi başına düşen toplum kamu borcunun 2001 yılında % 27 artarak 1.990 dolara yükseldiğini, buna karşılık kişi başına milli gelirin % 27 azalarak 2.261 dolara düştüğünü gösteriyor. Kişi başına borcun gelire oranı da böylece % 51'den % 88'e yükselmiş oluyor.
Bu trendi tersine çevirip bu oranı yeniden düşürmeye başlayamazsak çok daha büyük sıkıntılara düşmemiz kaçınılmaz olabilir. Bu süreçte Türkiye'nin IMF'nin desteğini sağlaması ilk bakışta önemli bir avantaj gibi görünüyor. IMF'nin desteğini koruyarak yeniden ekonomik büyümeye geçebilir ve IMF'ye verilen yeni niyet mektubunda öngörüldüğü gibi bunu sürdürebilirsek umduğumuz sonucu elde edebilir, borcumuzun gelirimize oranını giderek makul bir düzeye indirebiliriz. Tersini yapar ve şu noktada IMF ile bağları kopartırsak bu ağır borç yükünün altında kalabiliriz.
Ancak geçen hafta Wall Street Journal'da yer alan yorumda da vurgulandığı gibi, IMF ile kol kola yürümek her zaman büyümeye giden yolda ilerlemeyi sağlamıyor. IMF'nin kolunda yürümenin uluslararası arenada bize getireceği prestij ve güvence de eskiden olduğu kadar önemli değil. Bu nedenle IMF ile kol kola yürürken kendimiz için en iyi yolun hangisi olduğunu düşünmeye devam etmek zorundayız gibi geliyor bana.

Amerika eş dost kapitalizminde de dünya şampiyonu
Amerika'da son yıllarda yıldızı en fazla parlayan şirketlerden biri olan enerji devi Enron, 2 Aralık 2001 günü iflas bayrağını çektiğinde çoğu kimse önce "olamaz" diye düşündü. Daha bir yıl öncesine kadar cirosu ve şöhreti en hızlı büyüyen şirketler arasında yer alan ve Bush yönetimiyle içli dışlı olduğu bilinen Enron'un, tarihin en büyük iflasının kahramanı haline geldiğine inanmak gerçekten kolay değildi. Nasıl olmuştu da 2001 yılı başlarında 85 dolara kadar tırmanan Enron hisselerinin değeri yıl bitmeden 68 cente kadar düşmüş ve iflas bayrağı çekilmişti?
Bu muhteşem çöküşün ayrıntıları belli olmaya başladıkça çökenin yalnızca Enron olmadığı, Amerika'nın pek övündüğü ve dünyaya model olarak gösterdiği bütün bir sistemin Enron enkazının altında kaldığı görülüyordu. Ünlü ekonomist Paul Krugman'ın ifadesiyle, "Bu çöküş yalnızca bir şirketin iflasını değil, bir sistemin iflasını" sergiliyordu. İnsanların güvenebilecekleri bir düzen içinde şirketlerin hisse senetlerini alıp satmalarına olanak veren ve Amerikan kapitalizminin can damarını oluşturan sistemin bütün unsurlarıyla yozlaştığını ortaya koyuyordu Enron örneği.

Sistemin temelleri
Paul Krugman'ın New York Times'taki yazısında da belirttiği gibi, hisse senedi ve sermaye piyasalarında işlem yapan herkesin, eşit koşullarda bilgilenebilmesi ve titizlikle uyulan kurallara göre güvenlik içinde işlem yapabilmesi, sistemin dört temel direğinin sağlam olmasına bağlı. Bu dört temel direk (1) Modern muhasebe kurallarına uyulması, (2) Şirketlerin bağımsız denetçilerce denetlenmesi, (3) Hisse senedi piyasalarıyla finansal pazarların işleyişini belirleyen yasal çerçeveye harfiyen uyulması ve (4) İçeriden bilgi sızdırarak işlem yapmanın kesinlikle mümkün olmaması.
Enron örneğinde sistemin bu dört temel direğinin birden çöktüğü görülüyor ve sistemdeki yaygın yozlaşma sayesinde bu çöküşün uzun süre gizlenebildiği anlaşılıyor. Bir tek Enron örneğinin bütün sistemi mahkum edemeyeceği iddia edilebilir kuşkusuz ama böyle bir örneğin yaşanabildiği bir sisteme kim ne kadar güvenebilir? Yalnızca bir şirketin kötü niyetli yöneticilerinin değil, sistemdeki denetim ve güvenlik zincirini oluşturan her halkada yer alan kurum ve kişilerin, denetim ve gözetim organlarının hepsinin görevini kötüye kullandığı ve sorumluluk payı taşıdığı bu olaydan sonra kim, hangi bilgiye güvenebilir, şirketler hakkındaki bilgilerin doğruluğuna inanarak yatırım yapabilir?

Eş dost kapitalizmi
Enron skandalının nasıl yaşanabildiğine baktığımızda bir ucu Başkan Bush'un kendisine ve yönetiminin tepe noktasındaki insanlara, diğer ucu Kongre üyelerine kadar uzanan benzeri görülmemiş bir eş dost şebekesiyle karşılaşıyoruz. Özellikle Asya ülkelerini ve hatta Türkiye'yi "eş dost kapitalizmi"ni tasfiye etmeye, ekonomiyi siyasetten arındırmaya, rüşveti ve yolsuzluğu tasfiye etmeye zorlayan ABD, bu örnekle eş dost kapitalizminin en alasının yaşandığı ülke olarak ortaya çıkıyor. Buna isterseniz eş dost kapitalizmi yerine "Enron kapitalizmi" diyelim biz ve Enron'un inanılmaz yükselişini ve çöküşünü hazırlayan ilişki ağlarının nasıl örüldüğüne bir bakalım.
İflas anına kadar Enron'un yönetim kurulu başkanı olan Kenneth Lay, Başkan Bush'un çok yakını. Başkan Bush'un "Lenny boy" dediği Kenneth Lay ve Enron şirketinin başkanlığa giden yolda Bush'a 800 bin doların üzerinde maddi destek sağlıyor.
İşini sağlama almak isteyen Lay ve Enron'un her iki partiden siyasetçilere 5.8 milyon dolar verdiği ve bu paranın % 73'ünün Cumhuriyetçi Parti'ye gittiği belirtiliyor. Senato'nun 100 üyesinden 71'inin, Temsilciler Meclisi'nin 435 üyesinden 188'inin Enron'dan değişik miktarlarda para aldığı anlaşılıyor.
Bunların yanı sıra Adalet Bakanı John Ashcroft, Bush'un baş ekonomi danışmanı Lawrence Lindsey ve ABD'nin Dünya Ticaret Örgütü nezdindeki temsilcisi Robert Zoellick gibi üst düzeydeki Bush yönetimi görevlilerinin hepsinin yönetime gelmeden önce Enron hesabına çalıştığı ve Enron'dan para aldığı belirtiliyor.

Para ve düdük
Parayı veren düdüğü çalıyor ve Bush'un yardımcısı Dick Cheney, yeni yönetimin enerji politikasını Enron yetkilileriyle sürekli görüşmeler yaparak belirliyor. Bu arada Enron'un 800'e yakın yan şirket kurarak içinden çıkılması zor bir şirketler ağı oluşturabilmesi ve vergi kaçırabilmesi için yasal çerçeve esnetilerek Enron'a bu olanaklar sağlanıyor.
Enron'u denetlemekle görevli Arthur Andersen denetim kuruluşu şirketin herkesi yanıltan bilgiler açıklamasına göz yumuyor ve Andersen'in bazı görevlileri Enron'a ait binlerce sayfa belgeyi ve elektronik bilgiyi imha ediyor.
2001 içinde işlerin kötüye gittiğini hisseden Başkan Lay ve üst düzey yöneticiler kendi sahip oldukları Enron hisselerini satarken emeklilik fonlarını Enron hisselerine yatırmaya zorlanan Enron çalışanlarına "merak etmeyin, hisseler yeniden yükselecek" deniyor ve buna inananların bir ömürlük tasarrufları yok oluyor.
Olayın başka boyutları da var ama yerim kalmadı, "sen çok yaşa Amerika, skandalların bile ne kadar görkemli!" diyerek koyayım noktayı.

Efendim ben kendimden ya da yaptıklarımdan bahsetmeyi pek beceremem; örneğin aylarca göz nuru döküp bir kitap yazarım, çıktığında tanıtımı için çaba harcamaya çekinirim. Başkalarının da böyle bir derdi olmadığı için ancak meraklısı arayıp bulabilir kitabımı. Şimdi bunun çıkar yol olmadığını anladım, yazdığım kitabın içeriğine boşverip tanıtımı için müthiş çaba harcıyorum. Yakında beni tanınmaz bir halde, hiç akla gelmeyecek bir yerde, dudak uçuklatacak bir manken adayıyla, Türkiye'de hiç bilinmeyen bir sporu yaparak kitabımı tanıtmaya çalışırken görürseniz hiç şaşmayın. Bu arada Turgut Özal'ı kimin öldürmediğini, Ecevit'in neden sağlıklı olduğunu ve 11 Eylül’ü kimin yapmadığını da açıklıyorum yeni kitabımda.