Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bu soruyu kendime de soruyorum bu tür bir yazı yazmadan. Benim gibi finans piyasalarının günlük analizini yapmayan ve piyasaları bire bir etkileme - yönlendirme amacı bulunmayan biri için bu sorunun cevabı "evet". Evet, çünkü olumsuz olasılıkları ve riskleri göz ardı ettiğimizde, tek yönlü düşünmeye ve davranmaya koşullanıyoruz. O zaman, göz ardı ettiğimiz olumsuz gelişmelerin ilk sinyali bile bizi paniğe sürükleyebiliyor ve bizim panik halindeyken verdiğimiz aşırı tepki, olumsuz gelişmeyi güçlendirebiliyor. Bu nedenle uyarı yapmak gerekli ama iki şartla. Birincisi, uyarının sağlam bir kaynağının ve dayanağının bulunması şart. İkincisi, uyarının panik yaratacak nitelikte olmaması şart. Eğer bu uyarı, kendini doğrulayan kehanet haline gelebilecekse o zaman böyle bir uyarıyı yapmadan iki kere düşünmek gerekiyor. Türkiyede iyimser beklentilerin ağır bastığı bir ortamda, bu beklentileri değiştirebilecek olumsuz olasılıkları ve riskleri de gündeme getiren, uyarıcı yazılar yazmanın gereği var mı? IMFnin yüksek borçlu ülkelerle ilgili uyarısı aslında çok yeni değil. IMF bu uyarıyı, World Economic Outlook adlı dönemsel yayınının Eylül 2003 sayısında bu konuya bir bölüm ayırarak yapmış. Bu bölümün girişinde, Arjantin, Ekvador, Rusya ve Türkiye gibi ülkelerin yakın geçmişte yaşadıkları mali sorunların ve krizlerin henüz belleklerden silinmediği belirtilerek, "şu anda uluslararası mali piyasalara hakim olan iyimserliğe karşın, yükselen pazar ekonomilerinin bir kez daha ciddi borç sorunlarının eşiğinde bulunduğunu öne sürenler de var" deniyor. IMFnin, kamu borcu / GSYİH oranı yüksek olan ülkelerle ilgili olarak yaptığı değerlendirmede öne çıkan noktalar şunlar: Bu ülkelerde kamu kaynaklarının büyük bölümü borç servisine gittiği için devlet fiziki altyapılara ve insan sermayesine yeterli miktarda kaynak ayıramıyor ve bu da ülkenin gelecekteki büyüme performansını olumsuz etkileyebiliyor.Devletin borç servisini yapabilmek için vergileri artırmak zorunda kalması ve yüksek miktarda borçlanarak faizleri yükseltmesi, özel yatırımları ve ekonomik büyümeyi olumsuz etkiliyor.Faiz dışı fazla hedefini tutturmak birinci öncelik haline gelince devlet, ekonomik aktivitenin zayıfladığı ve büyümenin yetersiz kaldığı durumlarda mali politikayı kullanarak buna karşı önlem alamıyor.Büyümeyi ve istihdamı olumsuz etkileyen bu koşullar hükümetleri siyasi olarak da zorluyor ve borç / GSYİH oranının yükselmemesini sağlayacak ve borç servisini güvenceye alacak faiz dışı fazla oranlarını tutturmak sorun yaratabiliyor.Bu noktada hükümetler siyasi tercihlerini büyüme yönünde kullanır ve faiz dışı fazla hedefini tutturmazsa bu kez borç / GSYİH oranları yükselebiliyor ve uluslararası mali piyasaların olumsuz tepkisi o ülkeye dış kaynak girişini sınırlayabiliyor. IMFnin borç uyarısı Görüldüğü gibi bir kere "yüksek borçlu" konumuna düşen ülkeler çok boyutlu bir çıkmazla karşı karşıya kalıyorlar. IMFnin yükselen pazar konumundaki ülkelerin kurumsal yapılarını da hesaba katarak bu ülkeler için belirlediği sürdürülebilir borç / GSYİH oranı % 25.Oysa bu ülkelerin şu andaki ortalama borç / GSYİH oranları % 70 dolayında, yani IMFnin "sürdürülebilir" saydığı oranın çok üzerinde. Türkiyenin borç / GSYİH oranı da, 2001 krizi sayesinde % 92ye kadar yükseldikten sonra şimdi de % 70 dolayındaki bu ortalamanın üzerinde. Bu nedenle Türkiye de, bu oranı aşağılara çekmek için belki daha yıllarca yüksek oranlı faiz dışı fazla vermek ve bunun olumsuz sonuçlarına katlanmak zorunda olan bir ülke konumunda. Bugünkü gibi iyi dönemlerin yaşanması bu riski ortadan kaldırmaya yetmiyor.Bu uyarının yayımlandığı dönemde IMFnin başekonomisti olan Kenneth Rogoff gibi, bu durumun yüksek borçlu ülkelerde er geç yeni krizlere yol açacağını görenler, bu ülkelerin borcunun yeniden yapılandırılması için bir formül arıyorlar ama kabul görecek ve iyi işleyecek bir formülün kolay bulunamayacağının da farkındalar. Uzun lafın kısası, borcu yüksek olanın işi zor görünüyor. oulagay@milliyet.com.tr Türkiye de sorunlu