Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       Dünyayı pembe görüp doğru yoldan sapmazsak para yerine nasihat veren IMF'nin bu jesti bile kredi notumuzu olumlu etkileyebilir.

       Uluslararası Para Fonu(IMF)'nin Türkiye ekonomisini 18 ay süreyle "yakın izleme"ye almasını öngören anlaşma kimi çevrelerde adeta bir zafer olarak değerlendirilirken olaya farklı bakanlar da var. Anlaşmanın Türkiye'nin uluslararası kredi notunu ve dış borç bulma şansını olumlu etkileyebileceğini çoğu kimse kabul ediyor ama bunu bir zafer gibi sunmanın ve Türkiye ekonomisinde her şeyin yolunda gittiği izlenimini vermenin doğru olmadığı da vurgulanıyor.
       Yetkili kişiler "IMF'yi halettik" havasını verirken Türkiye'nin IMF ile geçen yılın ikinci yarısından itibaren sürdürdüğü temasları çok yakından izlemiş olan bir eski bürokrat, Türkiye'nin IMF'den talep ettiği 10 milyar dolarlık destekten vazgeçerek bu anlaşmayı sağladığını hatırlatıyor. Dünya Bankası eski başkan yardımcısı Atilla Karaosmanoğlu da bu anlaşmanın aslında kurum olarak IMF'yi bağlamayan bir "staff monitoring program"ı gündeme getirdiğini belirterek bu anlaşmanın olası bir krize karşı hiç bir güvence sağlamadığına dikkat çekiyor.

       On ayı aşkın süredir süregelen görüşmelerde bir türlü Türkiye ile anlaşma noktasına gelemeyen ve daha 1998 yılı başında Türkiye ekonomisine bakışı hayli negatif olan IMF'nin bugün bu noktaya gelmesini tek bir nedene bağlamak ve, "IMF bizi niye şimdi öptü?, sorusuna cevap bulmak pek kolay değil. Bu bağlamda akla gelen olasılıklardan bazıları şunlar:
       * ABD yönetimi ve Yahudi lobisi Türkiye'ye bir jest yapması için IMF'ye telkinde bulundu, bu lobiye yakın olan ABD Hazine Bakanı yardımcısı Lawrence Summers ile IMF Başkan Yardımcısı Stanley Fisher'in katkılarıyla bu noktaya gelindi.
       * Türkiye'nin 10 milyar dolarlık mali destek talebinden vazgeçmesi ve kendi isteğiyle IMF'nin periyodik gözetimini kabul etmesi IMF'nin de işine geldi. IMF para vermeden ve kurum olarak sorumluluk üstlenmeden Türkiye ekonomisini yakından izleme olanağına kavuştu
       * Türkiye'nin IMF'nin kriterlerine tam uymamakla birlikte, çalkantılı bir dönemde başını suyun üstünde tutmayı başarması ve krizlerden etkilenmeden büyümesini sürdürmesi IMF'nin de dikkatini çekmeye başladı.
       * IMF ile sağlanan yakınlaşmanın Türkiye'nin uluslararası ve kredi notunu ve borçlanma olanaklarını olumlu etkilemesinin istikrar programının başarı şansını artıracağı düşünüldü.
       * Bugünkü koşullarda Türkiye'yi girilebilecek pazarlardan biri olarak gören uluslarararası yatırımcıların IMF'den alınacak böyle bir sinyalle harekete geçecekleri düşünüldü.

       Sonuçta bu faktörlerin her birinin ve belki de başka faktörlerin etkisiyle bu noktaya gelinmiş olabilir ama Türkiye'nin ekonomik istikrarı sağlamak ve enflasyonu düşürmek için attığı adımların bu süreçteki payını küçümsememek gerekiyor. Burada önemli olan nokta, vergi cephesinde, özelleştirme cephesinde, harcama disiplini cephesinde ve enflasyonla mücadelede bugüne dek atılabilen sınırlı adımların bile hayli etkili olması ve "Türkiye iyiye gidiyor" imajına katkıda bulunması. Şu anda IMF ve OECD gibi uluslararası kuruluşların dile getirmeye başladığı olumlu havanın süreklilik kazanması ve piyasalara yansıması için Türkiye'nin istikrara yönelik adımlarını sürdürmesi
       gerekiyor. Bu yapılabildiği taktirde istikrara gidişin sürmesi ve piyasalardaki desteğin sürmesi beklenebilir. Tersine, "iyiye gittiğimizi IMF bile kabul etti", denerek aşırı pembe tablolar çizilir ve tipik politikacı mantığıyla "seçim de yaklaştı, artık gevşeyebiliriz" havasına girilirse, henüz oluşmaya başlayan olumlu imaj bir anda yeniden olumsuza dönüşebilir, IMF'nin yakın gözetimi hükümet için tatsız bir olay haline gelebilir.

       Bugün gelinen noktada IMF'nin Türkiye ile bir "staff monitoring program" uygulamaya karar vermesinin Moody's ve Standard&Poor's gibi ünlü rating(derecelendirme) kuruluşlarını da etkileyebileceği ve Türkiye'nin zaten çok düşük kalmış olan kredi notunda bir düzeltme yapılabileceği sanılıyor. İlk aşamada Türkiye'nin kanaat notunun "olumlu"ya dönebileceği, istikrara yönelik gelişmelerin sürmesi halinde bu notun bu yıl içinde "2B -"ye kadar yükselebileceği belirtiliyor.
       Türkiye'nin rating notunda meydana gelecek bir düzelmenin dış borçlanma ve portföy yatırımı çekme olanaklarını artıracağı beklentisi Türkiye'deki iyimser havayı körüklüyor. Türkiye'de IMF'nin onayladığı bir programın başarıyla sürdürülmesinin Dünya Bankası'nın Türkiye'ye sağlayacağı desteği olumlu etkileyeceği beklentisi de bu iyimserliğe katkıda bulunuyor.

       Bu ortamda her şeyi toz pembe görmenin doğru olmadığını vurgulayanlar arasında Dünya Bankası eski başkan yardımcısı Atilla Karaosmanoğlu da var. Halen İSO Başdanışmanı olan Karasomanoğlu, İSO Meclis toplantısında yaptığı konuşmada aşırı bir iyimserliğe kapılmanın tehlikelerine değinerek özetle şunları söyledi:
       "IMF staff'ı ile imzalanması beklenilen ve "Staff Monitoring Program" diye isimlendirilen bir anlaşmanın bekleyişine dayanan çok olumlu bir hava esiyor. Bu anlaşmanın olumlu bir başlangıç olduğunun kabul edilmesi gerekir ancak böyle bir anlaşma var diye yurt içi veya yurt dışı nedenlerle başlayabilecek bir krize karşı hazırlanmamak ve bu anlaşmanın yeterli olmasını beklemek, ülkeyi plastik elbiselerle büyük bir yangını söndürmeye gönderilen itfaiyecilerin karşılaştıkları felaketle karşılaşmak durumunda bırakabilir. Anlaşma, gerektiğinde IMF fonlarının da kullanılabilmesini içeren nitelikte bir anlaşma olmadığı için bir kriz durumunda gerekli korunmayı sağlayamayacaktır. Türkiye'nin özel dış finans kurumlarındaki kredibilitesini biraz artırması beklenebilir. Fakat bu bir krizle karşılaşılmadığı sürece geçerlidir. Kriz olmayan bir durumda da büyük miktarlarda dış borçlanmaya ihtiyaç yoktur. Bankacılık sektörünün karlarını artırabilmek için açık pozisyonlarını daha da büyütecek borç almalarının sakıncaları da ihmal edilemeyecek kadar çoktur."


       Aya İrini(Hagia Eirene) Yunancada tanrısal barış anlamına geliyormuş. MS 532 yılında 30 bin isyancının yokedilmesiyle sonuçlanan Nika Ayaklanması sırasında yakılan kilisenin yerine yaptırılan 1500 yıllık bu görkemli yapının içinde müzik dinlemek insana bambaşka bir haz verebiliyor. Özellikle insan sesi bu mekanda büyüleyici bir etki yapabiliyor.
       Önceki yıllarda Pergolesi'nin Stabat Mater'ini ve Handel'in Mesih oratoryusunu bu mekanda dinlemek ayrıcalığını elde etmiştik, İstanbul Müzik Festivali sayesinde. Bu yıl dünyanın sayılı seslerinden Kathleen Battle'ı dinledik Aya İrini'de. Son yıllarda daha çok kaprisli davranışları nedeniyle adı duyulan Battle'ın Aya İrini'deki konseri Aya İrini'nin kubbeleri arasında yavalanmış kuşları bile büyüledi galiba, Battle'in şaşırtıcı bir ustalıkla kullandığı sesi zaman zaman kuşlarınkiyle karıştı.
       Benim gibi klasik müziğe meraklı ama müzik bilgisi hayli sınırlı bir izleyici için birer sevinç vesilesi olan başka konserler de var bu yılki festival programında. Şu ana kadar izlemiş olduklarım içinde Kirov Operası solistleri ile kemancı Julian Rachlin'i ve Marsilya Ulusal Balesi'ni sayabilirim. İzlemeyi umduklarım arasında ise Paris Orkestrası ve Hüseyin Sermet, pinanist Andre Watts ve viyolacı Kim Kashkashian var.
       Bu festivalin ne kadar zor koşullarda gerçekleştirildiğini bildiğim için İstanbul Sanat ve Kültür Vakfı'nın özveriyle çalışan tüm kadrosuna teşekür borçlu olduğumu düşünüyorum ve bu festivalin yaratıcısı Nejat Eczacıbaşı'nı ölümünün beşinci yılında saygıyla anıyorum. Futboldan sanata, arkeolojiden jinekolojiye kadar her konuda ahkam kesen "üstatlar" ne derse desin Aya İrini'nin kuşlarıyla biz bu festivali seviyoruz.