Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yıllardır ciddiye alıp yazılarını okuduğum birikimli bir gazeteci yazıyor bunları. Düşünüyorum, silah gücüyle ve zor kullanarak dünyaya hükmetmeye kararlı görünen Amerika ile birlikte insanlar toptan mı yitirdi insanlık ölçülerini, yoksa bende ve benim gibilerde mi bir acayiplik var? "İnsanlık" diye tanımlanan şey bir efsane miydi aslında? İnsanlığın, binlerce yıllık ilerlemenin, gelişmenin, "terakki"nin sonunda geldiği nokta bu muydu?Bunları düşünürken sarıldım John Gray'in Straw Dogs adlı sarsıcı kitabına. İnsanın, bilgi birikimiyle, bilimsel atılımlarla kendini diğer hayvanlardan farklılaştırma çabasının ve sürekli ilerleme tutkusunun aslında boş bir umuttan ibaret olduğunu belirten Gray şöyle diyor: "İnsanın bilgi birikimi ve bunun ona sağladığı güç, bundan sonra da artmaya devam edecektir ama insan denen hayvanın temel niteliği değişmeyecektir. İnsan, en yaratıcı ama aynı zamanda en saldırgan ve yıkıcı canlı türü olarak varlığını sürdürecektir." Daha önce International Herald Tribune gazetesinin Avrupa editörü olan ve halen Washington Post'ta yazan David Ignatius, Irak'ta yaşanan yağmalama olaylarını fazla yadırgamadığını belirterek şöyle diyor: "Irak halkı Saddam rejimine karşı biriktirdiği nefreti bir şekilde açığa vurmak ihtiyacındaydı. İspanya iç savaşında rahibelerin ırzına geçilmesiyle ya da Bosna'da yaşanan vahşetle karşılaştırıldığında Irak'taki yağmalamanın hayli uysal kaldığı da söylenebilir." (Wall Street Journal, 16 Nisan 2003) Dünyaya rest çekerek nereye? Özal'dan 10 yıl sonra Türkiye hâlâ yönünü bulamadı Temel sorunlarını yıllardır çözemeyen Türkiye'de insanlar tepkili ve talepkar. Bu tepkinin ilk kurbanı 3 Kasım seçimlerinde tasfiyeye uğrayan siyasi kadrolar oldu. Aynı tepkinin iktidara taşıdığı AKP de bekleneni veremezse bu kez Türkiye'nin dış dünyaya rest çekerek sorunlarını çözebileceğini savunanların yıldızı parlayabilir. Çözümsüzlük sürerken böyle bir yönelişin ortamı da oluşmakta. Türkiye'nin çıkmazını dış dünyadan yansıyan etkilere bağlayanların sayısı hızla artıyor son yıllarda. ABD ve AB ile ilişkilerde yaşanan çalkantılar, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlarla ilişkilerde ortaya çıkan pürüzler de bu tepkileri besliyor. Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu'na (AET) katılma yolunda ilk adımını atmasının üzerinden 40 yıl, 1980'lere damgasını vuran Turgut Özal'ın ölümünün üzerinden 10 yıl geçmiş. Türkiye'nin AET'nin ortak üyesi olduğu 1960'lı yıllarda faşist ve komünist rejimler altındaki ülkelerin pek çoğu bugün AET'nin yerini alan Avrupa Birliği'nin (AB) üyeliğine kabul edilmiş durumda, Türkiye hâlâ kapıda bekletiliyor. Özal'ın ölümünü izleyen 10 yılda giderek sıklaşan ve derinleşen ekonomik krizlerle karşılaşan ve ekonomisi yerinde sayan Türkiye hiçbir alanda temel sorunlarını çözememiş, yönünü bulamamış durumda. Tempo dergisinin son sayısında gündeme getirdiği "Quo Vadis Türkiye?" ya da "Türkiye nereye?" sorusu hâlâ cevabını arıyor. TEPKİNİN KAYNAKLARI Türkiye, 1980'lerde Turgut Özal'la yöneldiği dışa açılma ve dünyayla bütünleşme çabaları sonucunda bu noktaya gelmedi mi?Sermaye hareketlerini serbestleştirip konvertibiliteye geçerek "sıcak para"ya davetiye çıkarmasaydık 1990' dan sonra yaşadığımız krizleri yaşar mıydık? Bugün herkesin dilinde olan borç sarmalı oluşmuş olur muydu?Dış ticareti serbestleştirip AB ile gümrük birliğine girerek iç piyasamızı dış rekabete açmasaydık firmalarımız bugün daha iyi durumda olmaz mıydı?IMF'nin "önce mali istikrarı sağlayın" dayatması olmasaydı devlet daha fazla yatırım yaparak ve tüm kesimlere kaynak aktararak ekonomiyi daha hızlı büyütemez miydi?Biz kendi kaynaklarımıza dayanarak kalkınma tercihini yapsak, IMF ile bağları koparmayı göze alsak, dış ve iç borcumuzu yeni bir ödeme planına bağlasak bugün içinde bulunduğumuz kısır döngüyü kıramaz mıyız? Bürokrasimizin çeşitli katlarında da ilgi gördüğü söylenen bu tepki birikimine dayanak oluşturan soruların bazıları şunlar: Bu tür soruların anlaşılır bir mantığı var. Son yirmi yılda uygulanan ve bizi bugün çözümsüzlük noktasına getiren temel tercihlerin değişmesi ve uygulanan politikaların tam tersinin benimsenmesi halinde bunun bir çözüm yolu olabileceği varsayımına dayanıyor bu sorular. ÇÖZÜM NEREDE? Çözüm dış dünyaya rest çekerek kendimizi dünyadan soyutlamaktan değil, Özal'dan bu yana yapılan yanlışları doğru değerlendirerek, bugünün zorluklarla dolu dünyasında ayakta kalmanın ve gelişmenin yollarını bulmaktan geçiyor. Bugünün dünyasında ekonominizin rekabet gücünü artırmadan halkınızın refahını artırmanız olanaksız. Rekabet gücünün artması ise özel sektör firmalarının rekabet gücünün artmasına; yatırım sermayesini, teknolojiyi ve nitelikli insanı çekecek ortamın yaratılmasına bağlı. Bu ortamı da ancak dünyadaki değişimi doğru okuyarak yaratabiliriz. Ne var ki bu varsayımın bugünün dünyasında geçerli olduğu son derecede kuşkulu. Türkiye'nin ekonomisini dışa kapatarak, sermaye hareketlerini katı bir devlet kontrolüne alarak, IMF'yi kovup mali disiplinden tamamen uzaklaşarak ve salt kendi sınırlı kaynaklarına dayanarak ekonomisini hızlı büyütmesi ve halkının refahını yükseltmesi olacak bir şey gibi görünmüyor. Bu yola girecek bir Türkiye kendi ipini çekmiş olur ve gene bir kısır döngüye girer. Erdoğan ve Babacan hoş konuşuyor ama.. Başbakan Erdoğan, MÜSİAD Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada, "IMF'siz adım atamazsınız, IMF'yi tanımazsanız dünya sizi tanımaz" demiş. Devlet Bakanı Ali Babacan da medya mensuplarına yaptığı açıklamalarda IMF ile mutabık kalınan programın ödünsüz uygulanacağını, özerk kurulların bağımsız çalışmaya devam edeceğini, yerli ve yabancı yatırımcılar için yatırım ortamını iyileştirecek düzenlemelerin yolda olduğunu söylemiş. Bu tür beyanlar kulağa hoş geliyor da uygulama neden farklı oluyor acaba? ABD'nin yeni hedefi Suudi Arabistan mı? Ancak gözler Suriye'ye çevrilmişken ABD yönetimi üzerinde etkili olduğu bilinen bazı kimselerin beyanları "bundan sonraki hedef Suudi Arabistan mı?" sorusunu akla getiriyor. Şu anda ABD'de sözü geçen "yeni muhafazakar" takıma yakın olduğu bilinen siyasal bilimci Francis Fukuyama, geçen hafta Wall Street Journal'da yayımlanan yazısında, "ABD'nin şimdi ilk iş olarak Suudi Arabistan'daki tüm askerlerini geri çekmesi gerektiğini" yazdı. ABD yönetiminin akıl hocalarından Richard Perle de dünkü Hürriyet'te yer alan açıklamasında, "saptırılmış bir İslam versiyonunu tüm dünyaya yayarak kötülük yapan ülke" diye tanımladığı Suudi Arabistan'ı hedef göstermiş. Bilindiği gibi Suudi Arabistan petrol satrancının da köşetaşı ve bu niteliğiyle de ABD için çekici bir hedef olabilir. oulagay@milliyet.com.tr ABD tüm Ortadoğu'yu yeniden düzenleme hevesinde olduğunu gizlemiyor. Irak savaşı sonrasında yeni hedef kim olacak sorusuna cevap aranırken gözler önce Suriye'ye çevrildi. The Guardian gazetesi Pentagon'un Suriye için yaptığı harekât planı yaptığını ancak Başkan Bush'un bu harekâtı şimdilik onaylamadığını yazdı.