Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


     Geçen hafta medyamızın gözbebeği haline gelen Paul Wolfowitz'in başsayfalardaki ve köşe yazılarındaki saltanatına kimse rakip olamadı ama Forum İstanbul'a katılan "karanlıklar prensi" Richard Perle ve ekonomi sayfalarında sıkça boy gösteren IMF 1. Başkan Yardımcısı Anne Krueger de hayli dikkati çekti. Anne Krueger'in medyaya açık ortamlarda söyledikleri oldukça geniş yer buldu medyada. Anne Krueger'in İstanbul'da küçük bir işadamı ve yönetici gurubuyla yaptığı görüşmede söyledikleri ise pek yansımadı basına. Anne Krueger bu dar kapsamlı toplantıda Ak Parti hükümetinin peşpeşe gündeme getirdiği af uygulamalarından rahatsızlık duyulduğunu ifade etmiş ve Anayasaya bir madde konarak bundan böyle af uygulaması yapılmayacağının güvence altına alınmasını hükümete önerdiğini söylemiş. Mali disiplinin önemi konusunda "hükümetin her kademesinde aynı anlayışı göremediğini" belirten Krueger, bürokrat atamaları konusunda da kendisine "bizim yaptığımız önceki hükümetlerin yaptığından farklı değil" diyen AKP yetkililerine "hani siz farklı olacaktınız" hatırlatmasını yaptığını söylemiş. Anne Krueger bankacılık reformunun mutlaka tamamlanması gerektiğini de vurgulamış.
     

     Forum İstanbul çerçevesinde düzenlenen yemekli toplantıda, Dünya Bankası'nın Türkiye ile yakından ilgili iki görevlisiyle sohbet ediyoruz. Bunlardan biri Banka'nın Türkiye temsilcisi Ajay Chibber, diğeri ise Türkiye'yi de içeren bölgeden sorumlu başkan yardımcısı olarak görev yapmaya hazırlanan Shigeo Katso. Türkiye'nin ağır borç yükü nedeniyle sürdürmek zorunda olduğu faiz dışı fazla düzeyinin yüksekliği bizi ettiği kadar Dünya Bankası görevlilerini de rahatsız ediyor, anladığım kadarıyla. Devletin bütçesinde yatırımlara ve sosyal harcamalara çok az pay kalmasından onlar da şikâyetçi. Ancak borç/GSMH oranını zaman içinde düşürmek için yüksek bir faiz dışı fazla oranını sürdürmekten başka çare olmadığını da itiraf ediyorlar.
     
     ÇIKIŞ YOLU AB Mİ?
     Borç ve faiz çıkmazının Türkiye'de de pek çok kimsenin kafasını kurcaladığını ve kestirme yoldan borçtan kurtulma özlemlerinin sıkça dile getirildiğini hatırlatarak "pekiyi sizce çıkış yolu ne olabilir?", diye soruyorum. Aldığım cevap hayli ilginç. Türkiye'nin bugün izlemekte olduğu ekonomik programı başarıyla sürdürmesi ve 2004 yılında Avrupa Birliği (AB) ile tam üyelik müzakereleri yolunun açılması halinde Türkiye'nin uluslararası risk profilinin olumlu yönde değişeceğini ve o zaman faiz dışı fazlayı düşürmenin de sorun olmayacağını söylüyor muhataplarım. Kimi Doğu Avrupa ülkelerinin AB ile bütünleşme sürecini yakından izlemiş olan Shigeo Katso, tam üyeliğe giden süreçte doğrudan yatırım sermayesi girişlerinin de ekonomik büyümeyi destekleyen önemli bir unsur olabileceğini vurguluyor.
     Bu sözler Forum İstanbul'da konuşulanları dinlerken kafamda oluşmaya başlayan zincire yeni bir halka daha ekliyor, "Türkiye AB ile bütünleşme hedefine odaklanarak kendisi için bir çıkış yolu bulabilir" görüşünün bu yılki Forum'da ne kadar çok vurgulandığını düşünüyorum.
     Avrupa Birliği ile bütünleşmenin Türkiye'nin öncelikli hedefi haline getirilmesi yeni bir fikir değil aslında. İlki geçen yıl yapılan Forum - İstanbul; Hedef 2023 toplantılarının temel hedeflerini açıklayan bildiride yer alan üç çapanın (ya da hedefin) birincisi AB tam üyeliği idi. Ancak bizim hiç de yabancısı olmadığımız gündem kaymaları ve 2002 yılının bir erken seçim yılına dönüşmesi, AB ile bütünleşme konusunun yıl sonundaki Kopenhag Zirvesi'ne kadar gündemden düşmesine yol açtı. Seçim sonrasında kurulan AKP hükümetinin tam da umduğunu bulamadığı Kopenhag Zirvesi sonrasında ise bu kez Irak savaşı ve ABD ile pazarlık süreci nedeniyle AB süreci gene gündemden düşer gibi oldu.
     ABD'nin Fransa ve Almanya'nın karşı çıkmasına aldırmadan Irak savaşını başlatması ve savaşı Türkiye'den de umduğu desteği alamadan sonuçlandırması ise bir dizi ilginç gelişmeyi tetikledi ve AB ile bütünleşme hedefinin yeniden gündeme oturmasını sağladı.
     
     ABD'DEN AB'YE
     Türkiye'yi AB'ye yaklaştıran gelişmeleri hatırlayacak olursak.
•   Ünlü tezkerenin TBMM'den geçmemesi ve Türkiye'nin ABD'ye umduğu savaş desteğini vermemesi, Fransa ve Almanya'nın hâlâ belirleyici olduğu AB'nin Türkiye'ye farklı bakmasına yol açtı.
•  ABD'nin "eski Avrupa" diye nitelediği Fransa ve Almanya'yı dışlayarak Ortadoğu'yu yeniden biçimlendirme hevesine karşı bir alternatif arayışındaki Avrupa için Türkiye ile birlikte davranmanın önemi arttı.
•   Bu ortamda AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu üyesi Günther Verheugen'in Türkiye için tam üyelik tarihinden söz eden beklenmedik açıklaması geldi.
•   Kendini aldatılmış hisseden ABD'nin savaş sırasında ve sonrasında Türkiye'ye karşı takındığı olumsuz tavır, Türkiye'de daha geniş bir kesimin AB ile yakınlaşmayı düşünmesine zemin hazırladı. Paul Wolfowitz'in geçen haftaki açıklamaları da bu yönelişi pekiştirdi.
•   Ak Parti iktidarı, Türkiye'deki destek tabanını genişletme, demokratik rejimi yerleştirme ve kendi meşruiyetini güçlendirme çabalarında en sağlam desteği AB ile bütünleşerek elde edebileceğini daha net biçimde gördü ve Devlet Bakanı Ali Babacan'ın Forum İstanbul'da da açıkladığı gibi, AB çapasına dört elle sarıldı.
•   IMF ve Dünya Bankası'nın da AB ile bütünleşecek bir Türkiye'nin ekonomik kalkınma yolunda bir aşama yapacağını vurgulamaları da AB çapasının önemini bir kez daha ortaya çıkardı. Tüm bu gelişmeler önümüzdeki dönemde AB çapasının Türkiye için belirleyici bir önem taşıyabileceğini gösteriyor. Ancak AB ile bütünleşme yolunun iç ve dış kaynaklı mayınlarla döşeli olduğunu da unutmamak gerekiyor.