Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Rahmetli Turgut Özal’ın kafasında biçimlenmiş bir iddiadan yola çıkarak kurduğu ve 12 Eylül rejiminin kendine özgü koşullarında iktidara taşıdığı Anavatan Partisi’nin bugünkü hali meydanda. Bu tablonun baş sorumlusu olan Sayın Mesut Yılmaz’ın kongre öncesinde Ertuğrul Özkök’e söyledikleri, son on yılı nasıl göz göre göre kaybettiğimizin acı bir itirafı niteliğinde. 1991 yılında ekonomideki kapsamlı sorunlar nedeniyle erken seçime gitme kararı alan ve seçimi kaybeden Sayın Yılmaz şimdi şöyle diyor Özkök’e: "Biz 1991’de bir seçim kaybettik ama Türkiye on yıl kaybetti. Bizim o gün yapmak istediklerimizi Türkiye şimdi üç partili koalisyonla yapmaya çalışıyor. Bugün uyguladığımız program 1991’de bizim hükümet programımızdı." (Hürriyet, 3 Ağustos 2001)

1991’in mirası
1991 seçimine gidilirken yalnızca ANAP’ın programında değil, DYP’nin o dönemdeki yeni yıldızı Sayın Tansu Çiller tarafından hazırlanan ünlü "UDİDEM" programında da benzer hedefler vardı. Türkiye ekonomisinin bugün bu duruma düşmesine yol açan sorunlar o programda da saptanmıştı. Ne var ki 1991’de iktidarı devralan DYP - SHP hükümeti gerekli olduğu saptanan reformları yapacağına durumu idare etme yoluna gitti ve sonunda bugünlere geldik. Sayın Demirel, iktidar ortağı Sayın İnönü, Demirel’in mirasını devralan Sayın Çiller ve daha sonraki hükümetlerde görev alan Sayın Yılmaz ve Sayın Erbakan hepsi sınıfta kaldılar bu süreçte. Son günlerdeki gelişmeler şu soruyu akla getiriyor: Bize çok değerli on yıl kaybettirenler şimdi umut mu olacak?

Türkiye 2001 krizini, küresel ekonominin bütünüyle krizin eşiğinde bulunduğu bir ortamda aşmaya çalışıyor. Bizim yaşadığımız krizin kendi ekonomik yapımızdaki yetersizliklerle, yapısal reformları yıllardır erteleyen hükümetlerle, bugünkü hükümetin inanılmaz gaflarıyla da yakından ilgisi var tabii ama bizim sorunlarımızın bir bölümü de küreselleşmeyle ortaya çıkan tablonun uzantıları. Bu nedenle krizden çıkış senaryolarını düşünürken küresel ekonomideki olası gelişmeleri de göz ardı etmemek gerekiyor.

Lokomotif durdu
Küresel ekonomi ilk ciddi kriz tehdidini 1998 yılında, Rusya krizi sonrasında uluslararası finans piyasalarında yaşanan çalkantı nedeniyle yaşamış, ancak bu tehdidi ani bir faiz indirimiyle atlatan ABD ekonomisi hızlı büyümesini sürdürmüştü. ABD’nin gene büyümesini sürdüren Avrupa ile birlikte yarattığı dış talep, 1997’de krize giren Asya ülkelerinin ihracat atılımıyla krizden çıkmasını kolaylaştırmıştı. Bu sayede Asya kriziyle başlayan olaylar dizisi küresel düzeyde bir reel ekonomi krizine dönüşmeden atlatılabilmişti.
Bugün çok farklı bir tabloyla karşı karşıyayız. Asya krizinden bu yana küresel ekonominin lokomotifliğini yapmış olan ABD ekonomisi duraklamak üzere. 2000 yılının bütününde % 4.1 büyüyen ABD ekonomisi bu yılın ilk çeyreğinde % 1.3, ikinci çeyrekte ise ancak % 0.7 büyüyebildi. Büyümenin sürmesini sağlayan tek etken özel tüketim harcamalarının % 2.1 artmış olması. Buna karşılık imalat sanayii yatırımlarında % 13’lük, şirket kârlarında % 17’lik çarpıcı düşüşler yaşanması, özel tüketimin biraz daha yavaşlamasıyla ABD ekonomisinin küçülme sürecine girebileceğini gösteriyor.

Avrupa, Japonya, Asya
Küresel ekonominin dörtte birini oluşturan ABD ekonomisi hızla yavaşlarken, "yedek lokomotif" olarak devreye girmesi beklenen Avrupa Birliği(AB)’nin de hızla yavaşladığı ve AB ekonomisinin büyüme hızının % 1 dolayına gerilediği görülüyor. Japon ekonomisi on yıllık krizini hala aşamamış durumda ve küçülmeye devam ediyor. Büyük ölçüde ihracata bağımlı olan ve özellikle ABD’ye büyük çapta ihracat yaparak büyüme sağlayan Asya ülkeleri de ABD’deki ve özellikle yüksek teknoloji sektörlerindeki talep çöküşünün etkisiyle sarsılmış durumda. Singapur ekonomisi bu yılın ilk yarısında % 10 dolayında küçüldü, Tayvan’da işsizlik rekor düzeyde, GSMH’sinin % 45’ini ihracattan elde eden Güney Kore sıkıntıda. ABD’deki daralmadan olumsuz etkilenen ve büyümesi düşen ülkeler arasında Meksika ve Latin Amerika ülkeleri de var. Arjantin’de ekonomideki küçülmeyle birlikte gündeme gelen borç krizi yeni boyutlar kazanarak Brezilya’yı etkilemeye başladı.

Fatura dolara mı?
Tüm bu gelişmeler küresel ekonominin ilk reel krizinin eşiğinde olduğunu ve dünya ekonomisinde büyüme yerine küçülme yaşanabileceğini gösteriyor. Bu ortamda dünya ticaretindeki büyümenin de % 3 dolayında kalabileceği ve bu tablonun bizim gibi ihracat atılımıyla krizden çıkmaya çabalayan ülkelerin işini zorlaştıracağı anlaşılıyor.
Bu noktada 1995’ten bu yana % 25 değer kazanan ABD dolarının yüksek değerini, küresel ekonominin önünü tıkayan en önemli faktörlerden biri olarak görenlerin sayısı her geçen gün artıyor ve doların öncelikle euro karşısında değer yitirmesi sürecinin hızlanacağı tahminleri de bir kez daha yoğunlaşmış bulunuyor.

Boğaziçi’nin en güzel koylarından birine sahip olan İstinye’den geçerken o nefis kanalizasyon kokusunu duymanız için arabanızdan inmeniz gerekmez, trafik akışının biraz yavaşlaması yeter o hoş kokunun burnunuzun direğini kırması için. Benim gibi bu semtte oturma şansına sahip olup da sabahın erken saatlarinde Yeniköy’den Tarabya’ya doğru yürümeye kalkarsanız, denizin kalın bir petrol tabakasıyla kaplı olduğunu görebilir ve mis gibi petrol kokusunu içinize çekebilirsiniz. Tarabya Koyuna geldiğinizde bu kez farklı bir kanalizasyon kokusu karşılar sizi. O kokuyla mest olarak dondurmanızı yiyebilir ya da çayınızı içebilirsiniz. Boğaziçi’ne bambaşka bir hava veren bu hoş kokularla tanışıp sarhoş olmak için İstinye’ye ya da Tarabya’ya uzanmak size zor geliyorsa şansınızı Bebek Koyu’nda da deneyebilirsiniz. Durgun havalarda Bebek Koyu da nasibini alıyor bu koku şöleninden. Boğazın Anadolu yakasında çoktandır dolaşmadığım için yeterli bilgiye sahip değilim ama o yakanın koylarında da hoş kokulara rastlanabilir herhalde.