Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

1994 kriziyle büyük darbe yiyen özel sektör ücretleri ve memur maaşları 1996'da biraz toparlandı ama kamu kesimi işçilerinin toplu sözleşme yılı 1997 olduğu için reel ücret kayıpları 1996'da da sürdü.
Şimdi toplu sözleşme bekleyen 700 bin kamu işçisine ve çeşitli memur kesimlerine yapılan vaatler tutulur ve talep ettikleri zamlar verilirse hükümetin "denk bütçe" hayali yeni bir darbe yiyecek.


İddialı sloganlarla ve bol keseden yapıtığı vaatlerle ücetli - maaşlı kesimde olumlu beklentiler yaratan Refah - Yol hükümeti şimdi işçi ve memurun talepleri karşısında çok ciddi bir çıkmaza sürüklenmiş durumda. Çeşitli kesimlerden gelen ücret ve maaş artışı talepleri karşılanırsa "denk bütçe" yeni bir darbe yiyecek, talepler karşılanmazsa 1994'de çok ciddi bir darbe yiyen ücretli - maaşlı kesimin tepkisi hükümeti yıpratacak.
Başbakan Erbakan'ın Refah - Yol hükümetinin kuruluşundan bu yana tekrarladığı sloganlar henüz unutulmuş değil. Erbakan defalarca, "bizim hükümetimiz halkın hükümeti, biz zam yapmayacağız, yeni vergi koymayacağız; işçiye, memura, emekliye yüksek zam vereceğiz, çiftçinin yüzünü güldüreceğiz", dedi. İlk uygulamalarında bu yönde bazı adımlar da attı hükümet. Kamu çalışanlarına 1996'nın ikinci yarısı için yüzde 50 zam yaptı, çiftçiye iyi para verdi. Daha sonra "denk bütçe" sloganını ortaya attı Sayın Başbakan ve sözde denk olan 1997 bütçesi Meclis'ten geçti.
Bunlar kulağa hoş gelen sloganlar ve hedeflerdi. Refah - Yol'un özellikle Refah kanadı belki puan da topladı bu sloganlarla ve attığı bazı adımlarla. Ancak şimdi ,"bunun devamı nasıl gelecek?", sorusu gündemde. RP - DYP hükümeti 1997'de işçiyi, memuru, askeri, polisi, öğretmeni, emekliyi, çiftçiyi tatmin edecek ücret ve gelir artışlarını sağlarsa denk bütçeyi ve ekonomik istikrarı nasıl gerçekleştirecek? Bu artışlar sağlanırsa ekonominin rekabet gücü nasıl korunacak?

Fatura ücretliye çıktı

Bu soruya cevap ararken önce reel ücret ve maaşların 1980'den bu yana izlediği grafiğe bakmakta yarar var. 1980'lerin ilk yarısında, 12 eylül rejiminin de katkısıyla, reel ücretler ve maaaşlar düşürülerek kamu açıklarının ve enflasyonun başını alıp gitmesi önlendi. Reel ücretlerin düşürülmesi, Türk sanayiinin rekabet gücünü yükselterek bir ihracat atılımına kalkışmasında da belirleyici rol oynadı.
1986'dan sonra Türkiye'de siyasi rekabet canlanınca reel ücret ve maaşlardaki düşüş trendinin durduğu, 1989'dan itibaren ise hızlı bir yükselişin gündeme geldiği görüldü. Bu yükseliş Körfez Krizi ile yavaşladı. Reel ücret ve maaşlara yeni bir darbe vurma şerefini ise Tansu Çiller üstlendi. 1994 krizi ve sonrasında alınan önlemler, kamu kesiminde ve özel kesimde çok ciddi reel ücret ve maaş düşüşlerine yol açtı. Bu sayede enflasyonun zirveden aşağı çekilmesi sağlandı, sanayinin dış rekabet gücü arttı, özellikle tekstil ve dokuma sektörlerinde yeni bir yatırım atılımı başladı. KİT'lerdeki zararın azalmasının altında yatan faktörlerden biri de reel ücretlerdeki bu düşüşler oldu.
1996 yılı özel kesimde reel ücret düşüşlerinin, kamu kesiminde de reel maaş düşüşlerinin durduğu bir yıl oldu ama kamu işçilerinin büyük bir bölümünün toplu sözleşme yılı 1997 olduğu için onların reel ücret kayıpları sürdü. Şimdi yaklaşık 700 bin kamu işçisinin toplu sözleşmesi var gündemde. Yüzde 80'nin üzerinde seyreden enflasyon karşısında çeşitli konumlardaki devlet memurları da yeni zam talepleriyle hükümetin karşısına çıkmış durumda.

Haklı talebe "evet" denirse

Petrol ve Tekel ürünleri gibi fiyatını belirlediği ürünlere zam üstüne zam yapan ve işçiye - memura cömert vaatlerde bulunmuş olan Refah - Yol hükümetinin şimdi ücret ve maaş artışı taleplerine karşı koyması kolay değil. İşçinin, memurun taleplerinin karşılanması halinde alacakları paralara bakınca bu talepleri haksız bulmak da zor.
Öte yandan bu taleplerin karşılanması halinde "denk bütçe" hayalinin gerçekleşmesi daha da zorlaşacak, diğer toplum kesimlerinin de bastırmasıyla gelir artışları yeni fiyat artışlarını gündeme getirebilecek, ekonominin dengelerini korumak daha da zorlaşacak. Bu arada rekabet gücünü maalesef hala düşük ücretle sağlayan sanayimizin rekabet gücü darbe yiyecek. Kamu işçilerine yüksek oranlı zamlar verilirse KİT'lerin kar - zarar dengesi yeniden bozulabilecek ve bu da bütçeye olumsuz yansımalar yapabilecek.
Hacı ile Bacı'nın ücret çıkmazı karşısında alacakları tavır 1997'nin kaderini belirleyecek önemli değişkenlerden biri olabilir gibi görünüyor. Özellikle Erbakan çok zor bir karar karşısında. Bu konuda vereceği karar ya Hoca'nın popülist söylemine darbe vuracak ya da bu söylemin sürdürülmesi pahasına "denk bütçe"ve ekonomik istikrar söylemine veda etmek gerekecek.

Önce iki saptama yapalım.
Birincisi Başbakan Erbakan'la ilgili. Farklı kaynaklardan edindiğim bilgilerden, Sayın Erbakan'ın ekonominin ve piyasaların rayından çıkmamasına özel önem verdiğini anlıyorum. Erbakan'ın kendi yakınındaki bazı kimselerden gelen "para basıp borç ödeyelim " türünden önerilere de bu nedenle fazla sıcak bakmadığı anlaşılıyor.
İkinci saptama enflasyonla ilgili. 1996 enflasyonu yüzde 80 - 85 düzeyinde gerçekleşti, özellikle toptan eşya fiyatlarında 20 puanlık bir artış yaşandı ama yılsonu rakamları, zaman zaman bizim de bu köşede yer verdiğimiz daha kötümser tahminlerin altında kaldı.(Bu aslında iç ve dış faktörler hesaba katılarak iyi analiz edilmesi gereken bir sonuç)
Bu iki saptama ilk bakışta biraz rahatlatıcı görünebilir. Aslında bugünün dünyasında yüzde 80'lerde bir enflasyonla yaşayıp da rahatlamaktan söz etmek komik ama enflasyonun bu düzeylerde tutulması bile kimileri için teselli kaynağı olabiliyor Türkiye'de.
Bu hastalıklı anlayış yüzünden kronik yüksek enflasyona mahkum olan Türkiye üç haneli enflasyonla 1980'de ve 1994'de iki kez karşılaştı. Her ikisinde de üç haneli enflasyondan hiperenflasyon sarmalına düşme tehlikesi, reel ücretler tırpanlanarak, iç pazar daraltılarak ve ekonomi küçültülerek önlendi.
Şimdi enflasyon henüz üç haneli rakamlarda değil ama enflasyonun hızla kontrolden çıkabileceğini düşündüren koşullar var. Kamu borçlanma gereği/GSMH oranı ve dış açığın boyutları gene tehlikeli sınırda. Bu noktada reel ücretlere yeni bir darbe vurarak faturayı ücretli - maaşlı kesime çıkarma şansı pek fazla değil. "Hiç bir kesimi gücendirmeyelim, yatırımları ve gelirleri artıralım, büyümeyi sürdürelim", diye düşünülürse bir anda farklı bir tablo çıkabilir ortaya, hiperenflasyon sarmalına düşme tehlikesi doğabilir.
Başbakan Erbakan, ekonomik istikrarın korunmasını gerçekten önemsiyorsa çok dikkatli olmak zorunda. Popülist bir söylemle dengeci politikaları birlikte götürmek belki bir noktaya kadar mümkündür. Ancak bu gergin ipin üzerinde yürürken dengeyi kaybetme tehlikesinin hayli büyük olduğu unutulmamalıdır.