Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Türkiye’de bugüne dek yapılan kamuoyu yoklamaları, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile bütünleşmesini isteyenlerin halkın üçte ikisine ulaştığını gösteriyor. Geçen hafta içinde yapılan açıklamaların gösterdiği gibi, TÜSİAD ve iş aleminin etkili bir kesimi de hiç tereddütsüz AB ile bütünleşmeden yana.
Ne var ki AB ile bütünleşmeye giden "uzun ince yolöda dizili olan engellerin sayısı da azalacağına artıyor sanki.
Bir kere, AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Günther Verheugen’in de belirttiği gibi, Türkiye dışındaki 10 ülkenin AB ile bütünleşme sürecinde henüz aşılamamış olan ciddi sorunlar var. Bunlar çözümlenmeden genişlemeden söz etmek zaten olanaksız.
İkincisi, aşırı sağın hemen her Avrupa ülkesinde yaptığı ve sağ hükümetlerin iktidara yerleştiği bir ortamda Avrupa’nın genişleme azmini ve momentumunu sürdürebileceği kuşkulu.
Üçüncüsü, AB üyesi olan İrlanda’da yapılacak olan referandumda AB’nin genişlemesine "hayır" denirse genişleme süreci çıkmaza girebilecek.

Sağın yükselişi
AB’nin genişleme sürecini olumsuz etkileyebilecek, bu arada "farklı aday" konusundaki Türkiye’nin bu sürece katılmasını engelleyebilecek en önemli gelişme sağın Avrupa’daki yükselişi bence. Dün ilk turu yapılan seçimlerin Fransa’da sağcı bir hükümeti yönetime getirmesi bekleniyor. Sonbaharda yapılacak olan seçimler sonucunda Almanya’da da solun kaybetmesi halinde, İngiltere ve İsveç dışında, tüm Avrupa sağ iktidarların yönetimine geçmiş olacak. Sağ iktidarların ise AB’nin genişleme sürecine kuşkuyla baktıklarını, hatta zaman zaman AB’nin varlığını bile sorguladıkları biliniyor.
Milliyetçi ve sağ rüzgarların estiği bir Avrupa’da Türkiye’nin tam üyeliğine çok sıcak bakılmayacağı ortada. Bakalım sağ Türkiye’de ve Avrupa’da el ele verip genişleme sürecini ve Türkiye’nin bu süreçte yer almasını engelleyebilecek mi?

Dünya Kupası’nın ilk haftasını İngiltere’de idrak edip üstelik Kraliçe Elizabeth’in "Altın Jübile"si için düzenlenen şenlikleri yakından izleme olanağını bulmuş olmasaydım halkımıza haksızlık etmeye devam edecektim herhalde. Şu günlerde Türkiye’de de hemen herkesin futboldan ve Dünya Kupası’ndan söz ettiğine ve kendine göre ahkam kestiğine kuşkum yok. Anma ve kutlama törenlerine gösterdiğimiz ilgi ve merak da küçümsenemez. Ancak şu son bir haftada İngiltere’de yaşananları gördükten sonra bizim davranışımızda hiçbir anormallik ya da abartı olmadığına kanaat getirdim.

Kraliçe vesile
Kraliçe Elizabeth’in tahta gelişinin 50. (daha doğrusu 49.) yılı nedeniyle düzenlenen ve "dört gün dört gece" süren şenliklere yüz binlerce (kimi tahminlere göre milyona yakın) kişi katıldı, Londra sokakları ve caddeleri, adeta bir bayram yerine döndü. Kraliçe’nin onuruna düzenlenen konserlere, resmi geçitlere, sokak partilerine katılan insanları izlerken Kraliçe’nin jübilesinin aslında bir vesile olduğunu, insanların bir şeyleri kutlamak ve ortak duyguları paylaşmak özlemiyle bir araya geldiğini düşündüm.
Ortak duyguları paylaşma ihtiyacını gidermek açısından futbolun da çok önemli bir işlevi var günümüzde. Bir ülkenin, bir toplumun çeşitli sorunları nedeniyle olumsuz ya da karamsar bir havada olduğu bir dönemde kazanılan bir maç ya da Dünya Kupası başarısı, bir an için bile olsa, bu karamsar havayı dağıtabiliyor, coşkulu kutlamalara yol açabiliyor.

Futbol coşkusu
İngiltere’de futbol ve futbolcuların, futbol adamlarının özel hayatları zaten çok konuşulan konular arasında yer alır. Dünya Kupası nedeniyle bu ilginin dozu daha da arttı kuşkusuz, İngiltere’nin kaptanı Beckham’ın ayağındaki sakatlık ülkenin bir numaralı sorunu haline getirildi Dünya Kupası öncesinde. İşte bu Beckham’ın o kutsal ayağı İngiltere’nin kazandığı penaltıyı gole çevirip Arjantin zaferine imzasını attı ve neredeyse bütün İngiltere’yi ayağa kaldırdı. İngiltere - Arjantin maçını 24 milyon kişinin izlediği ve en az 6 milyon kişinin maçı izlemek için işine gitmediği ya da izinli sayıldığı belirtiliyor.
Özellikle Arjantin zaferi büyük sevinç ve coşku yarattı İngiltere’de, çünkü buradaki hakim beklenti maçı Arjantin’in kazanacağı yolundaydı. Maç öncesi bahislerde Arjantin’e İngiltere’nin iki katı şans tanınıyordu. Örneğin golü Beckham’ın atacağını ve İngiltere’nin maçı 1 - 0 kazanacağını birlikte tahmin edenler 1’e 66 kazandılar. Oysa tek golü Batistuta atsa ve maçı 1 - 0 Arjantin kazansaydı 1’e 20 verecekti bahisler.
İngilizler, Arjantin zaferiyle 22 yıllık bir özlemi giderirken içlerindeki bir ezikliği de, en azından şimdilik, gidermiş oldular. 1890’larda futbolu Arjantin’e götüren İngilizler 22 yıldan beri yenemedikleri Arjantin’i yenerken yeniden "usta" konumunda görünmenin mutluluğunu da yaşadılar.

Yüzü gülmeyen Arjantin
Aslında böyle bir zafere çok daha fazla ihtiyacı olan taraf hiç kuşkusuz Arjantin’di. Halen benzeri yaşanmamış bir ekonomik ve toplumsal bunalımın içinde bulunan Arjantin, futbolda da bulamadı aradığı teselliyi. Sanki bir özensizlik ve motivasyon eksikliği vardı Arjantinli yıldızlarda ve kazanmayı İngilizler kadar önemsemiyorlardı.
Kupanın ilk haftasında İngiltere’de en çok konuşulan olay ise, Brezilyalı Rivaldo’nun bizim maçta yaptığı sahtekarlık oldu. Brezilyalı milli oyuncunun top yüzüne gelmiş gibi yaparak kendini yere atmasını ve hakemi yanıltarak Hakan Ünsal’ı oyundan attırmasını hiç affetmedi İngiliz medyası ve futbolda sahtekarlıktan Brezilyalıların ahlaki tutumlarına kadar hemen her şey tartışıldı hafta boyunca.

Fransa’nın geleceği
Futbol takımlarının Dünya Kupa’sındaki performansıyla ülkelerin gidişatı arasında ilişki kurmaya meraklı olanlara şu sıralarda en iyi malzeme sağlayan ülkelerden biri de Fransa. Kupa öncesinde favori gösterilen Fransa’nın şimdi gruptan çıkması bile tehlikeye girmiş durumda. 1998’de dünya şampiyonu olan Fransa’nın futboldaki başarısızlığı ile ilk turu dün yapılan parlamento seçimlerinin ortaya çıkartabileceği olumsuz tablo arasında ilişki kuranlar çıkarsa buna da şaşmamak gerekecek.
Fransa’nın bu kaygı verici durumuna karşılık ilk maçlarında beklenenin üzerinde başarı gösteren ABD ve Güney Kore bugün karşı karşıya gelecek ve kozlarını pay edecek. Açlık ve sefaletin kol gezdiği Afrika ise Senegal ve Kamerun ile adını duyuruyor kupada.

Ulusal çalım
Futbol aslında bir oyun ama bu oyunun günümüzün küreselleşen dünyasında kazandığı boyutlar, Dünya Kupası gibi bir organizasyonu, ülkeler arası bir boy ölçüşme arenası haline getirmiş durumda. Küreselleşmenin pek çok alanda getirdiği sınırlamaları aşıp "ulusal" çalımı atabilmek, milli bayrakla ve formayla gururlanabilmek için benzersiz bir olanak yaratıyor sanki futbol. Bu nedenle de bir ay boyunca futbolla yatıp kalkacak olan milyarlarca insanın hakkını teslim etmek gerekiyor.

Açılışından bu yana geçen iki yıl içinde ziyaretçi sayısı 9 milyonu aşan Londra’daki Tate Modern galerisi bugünlerde gene revaçta. 18 Ağustos’a kadar sürecek olan Matisse - Picasso sergisi kaçırılmayacak bir sanat olayı. Yedi yıllık bir çaba sonucunda hazırlanan sergide 20. yüzyıl resminin iki devi arasındaki yaratıcı diyaloğu adım adım izleme olanağını buluyorsunuz.
Farklı kişilik özelliklerine sahip iki sanatçının arasındaki benzersiz alış - verişin öyküsünü anlatıyor bu sergi. Rakamların konuşulduğu, çeklerin yazıldığı bir alışveriş değil bu; rekabetle dostluğun nasıl iç içe geçtiğini ve iki sanatçı arasındaki iletişimin ürünlerine nasıl yansıdığını gözler önüne seren bambaşka bir alışveriş söz konusu burada.
Picasso’nun deyimiyle, birbirinin dilinden en iyi anlayan iki sanatçının sıra dışı diyaloğu.