Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

k_ulagay.gif Büyümeye geçişte top şimdi özel sektörün ayağında TOBB Başkanının da ifade ettiği gibi, üretimin artmasını, ekonominin büyümeye geçmesini bugün Türkiyede herkes istiyor ama bunun nasıl gerçekleşeceği konusunda farklı görüşler ve yaklaşımlar var. Hala eskinin özlemi içindeki kimileri, bir kez daha saman alevi gibi yükselip sönecek bir hızlı büyüme ateşinin yakılması için hükümete baskı yapmaya çalışırken sağlıklı ve sürdürülebilir büyümenin şartlarını yaratmaya çalışan Derviş ve ekibi ile TC Merkez Bankası da bu baskılara karşı direnmeye çalışıyor. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu TOBB Genel Kurulunda yaptığı konuşmada, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının hedeflerine hala ulaşılamadığını ileri sürerek "tüm kamuoyu üretimin önemi üzerinde birleştiği halde, üretimin önündeki engeller kaldırılamamıştır", demiş ve "büyümenin lokomotifliğinin özel sektöre bırakılması gerektiğini" söylemiş. Konuşmasına, Hisarcıklıoğlunun sözlerine büyük ölçüde katıldığını ifade ederek başlayan Devlet Bakanı Kemal Derviş ise, "son 15 ayda gerçekleştirilen önemli reformlarla finansal dengelerin yerine oturduğunu ve hızlı büyümenin önünde engel kalmadığını" belirterek topu özel sektöre atmış ve "artık saha sizindir, çıkıp golleri atmalısınız", demiş. Saha hazır mı? Geçen yıl şubat ayında yaşanan çok boyutlu "deprem" sonrasında çökme tehlikesi atlatan ve üzerinde yürünmez hale gelen "saha"nın son 15 ayda atılan adımlar ve gerçekleştirilen reformlarla "futbol oynanacak" hale getirildiğini kabul etmek lazım. Ancak bu, "saha" şartlarının mükemmel olduğu anlamına gelmiyor. "Saha"da hala tümsekler ve çukurlar var, hepsinden önemlisi "sahanın güvenliği" konusundaki kuşkular tam olarak giderilebilmiş değil, "golleri atması" beklenen özel sektör varını yoğunu "saha"ya çıkarmadan önce "saha şartlarında" gözlenen düzelmenin kalıcı olup olmayacağını merak ediyor. Biz de, Türkiyenin saman alevi gibi parlayıp sönecek bir hızlı büyüme macerası daha yaşamaya tahammülü olmadığını düşünerek ikinci görüşe destek veriyoruz. Sağlıklı ve sürdürülebilir büyümenin gerçekleşmesinde başrolü özel sektörün oynaması gerektiğine, sonuçta sahaya çıkıp golleri atacak olanların özel sektör firmaları olduğuna inanıyoruz. Özel sektörün bunu yapabilmesi, kendi "futbolculuk" kapasitesine, rekabet gücüne bağlı kuşkusuz ama "saha"nın gerçekten iyi hazırlanmış olması da sonuç almak için gerekli. O halde ilk sorulması gereken soru "saha"nın gerçekten hazır olup olmadığı sorusu. Makro - mikro sorunlar Bunun ötesinde bir de mikrokenomik şartlardaki sorunlar var. Türkiye ekonomisinde büyümenin ufkunu açmak için kapsamlı bir yeni proje başlatmış olan Dünya Bankasının Türkiye Temsilcisi Ajay Chibberin de belirttiği gibi, bugün Türkiyede iş kurmak ve işini büyütmek isteyen girişimciyi caydıracak pek çok engel var hala. Sayın Dervişin vurguladığı gibi, büyüme için önkoşul olan, makroekonomik istikrar sağlanmış olsa bile, mikro düzeydeki engeller de "gollerin atılmasını" önleyebiliyor.Kısacası bugün için özel sektöre dönüp, "haydi saha hazır, buyurun golleri atın" derken tüm bu şartları da hesaba katmak gerekiyor. Özel sektörde belirsizlik yaratan unsurların başında "dalgalı kur rejimi" geliyor. İkincisi, enflasyonun ve faizlerin bundan sonraki seyri konusunda da tam bir görüş birliği yok özel sektörde. Hazinenin şu an için borçlanma sorunu yok gibi görünüyor ama borç dinamiğinin duyarlı dengeler içinde sürdürülebildiği de bir sır değil. Tüm bu gelişmelerin siyasi istikrarla yakından bağlantılı olduğu da bilindiği için çoğu kimse makroekonomik istikrarı "elde var bir" olarak göremiyor henüz ve Sayın Ecevitin karın ağrısı bile bir anda yürekleri hoplatabiliyor. Özel sektör hazır mı? Ancak özel sektörün de "saha"nın mükemmel hale getirilmesine kadar bekleyip kendi üzerine düşeni yapmama lüksü de yok. Her firmanın kendini zorlu "maçlara çıkıp golleri atacak" noktaya getirmesi, maç kazanacak forma girmesi gerekiyor. Geçen hafta giyim sanayiinde çalışıp bu dönüşümü gerçekleştirmiş iki sanayicimizle ayrı ayrı konuştum; her ikisi de "bu kriz bize eksiklerimizi öğretti, farklı şartlarda bile rekabet edebilmenin yollarını bulmaya zorladı. Şimdi işimizi gayet iyi götürüyoruz", dediler. Ne var ki bu dönüşümü yapabilenlerin azınlıkta kaldığı da bir gerçek galiba. O nedenle özel sektörün önünde zor bir dönem var. "Saha hazır, buyurun golleri atın" dendiğinde ne yapacağını bilmeyenlerin "sahayı bozmaya" kalkışmaları da bunun bir göstergesi. Şeffaf banka bilançolarına bakmaya hazır mıyız? Bankacılarımız arasında da, benim izleyebildiğim kadarıyla, yalnızca Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince dile getirdi bu kaygıyı. Arkadaşımız Kadife Şahine yaptığı açıklamada kaygılarını, "göreceğiz ki enflasyon muhasebesiyle oluşturulmuş banka bilançolarının büyük kısmı zararda; bu sefer de şu yaşanacak diye korkuyorum, bak bankalar çok zarar ediyor diyecekler", şeklinde ifade eden Özince bence pek haksız değil.Şeffaf bilançolar açıklandığında halkın gözünde "yıkılmaz" imajı bulunan bazı bankaların durumlarının aslında çok da parlak olmadığı ortaya çıkarsa; durumu daha sağlam görünen bazı bankalar, daha önce de yaptıkları gibi, bu durumu istismar etmeye kalkarsa ve medyamız da "babasının çiftliğine kapanacağı" söylenen Yasemini birkaç gün için unutup "zarardaki bankalar" konusunu manşetlere taşırsa ne olur bilmiyorum. Şeffaf banka bilançoları açıklanmadan ve açıklandıktan sonra olan biteni kamuoyuna iyi anlatamazsak yeni sıkıntılar yaşayabiliriz. Bankalarımızın üç kademeli denetimden geçmiş, "şeffaf" bilançolarının açıklanmasına çok az kaldı ama bu konu şu günlerde pek gündemde değil. Bu konu, neydi o, Yasemin Kozanoğlu kızımızın günlük gönül serüvenlerinin onda biri kadar bile ilgi görmüyor medyamızda. Benim kaygım şeffaf banka bilançoları konusunun günün birinde "bomba gibi" gündeme düşmesi ve kopacak fırtınayla banka sistemimizin yeni yaralar alması. Milliyet ödülüyle yeşeren umutlar oulagay@milliyet.com.tr Gazetemiz Milliyet 3 Mayısta 52. yaş gününü kutladı, çeşitli dallarda 2001 Milliyet ödüllerini kazananlara ödülleri de verildi. Ben Ekonomi dalındaki ödül jürisinin üyesi olduğum için bu dalda yarışmaya katılan otuza yakın yapıtı okumak olanağını buldum ve Türkiyenin geleceği için çok da umutsuz olmamak gerektiğini düşündüm. Konuya benden daha derinlemesine nüfuz edebilen Lale Duruiz, İbrahim Kavrakoğlu ve Rüştü Bozkurt gibi diğer jüri üyeleri de bu görüşüme katılınca umudum daha da pekişti. "Türkiyede Sanayinin Rekabet Gücü" konulu yarışmada dereceye girenlerin yanı sıra, bir kısmı henüz öğrenci olan yarışmacılar arasında da insan unsurunun, bilginin, internetin ve bilgiye erişimin, etik kuralların, dünyayı izlemenin bugünün dünyasında ne kadar önemli olduğunu kavrayanların hayli fazla olması bana "televole" Türkiyesi dışında bir Türkiyenin de bulunduğunu hatırlattı.