Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Amerika’nın uğradığı saldırı sonrasında dünya ekonomisinin bir "resesyon"a girme olasılığının güçlenmesi ve paranın her türlü riskten kaçmaya çalışması, Türkiye’nin işini daha da zorlaştırdı. Birkaç başlıkta özetlersek:
• Türkiye’nin de aralarında bulunduğu "Yükselen Pazarlar" (Emerging Markets) grubundaki ülkelere toplam özel sermaye akışı, IIF (Uluslararası Finans Enstitüsü)nün son tahminine göre 2001 yılında % 40 dolayında azalacak ve 106 milyar dolarda kalacak. Bu ortamda özellikle "rating" ya da kredi notu düşük olan Türkiye ve Arjantin gibi ülkelerin yeni borçlanma olanağı bulması daha da zorlaşacak.
• Buna karşılık yeniden finanse edilmesi gereken uluslararası tahvillerin dökümü, Türkiye’nin 2.2 milyar dolarlık bir rakamla listenin başında yer aldığını gösteriyor.
• Geçen yıl toplam ihracatlarını % 22 artıran "yükselen pazar" ülkelerinin toplam ihracatı bu yıl % 2 gerileyecek ve Türkiye’nin ihracat atılımı da zorlaşacak.
• Bölgemizde savaş olasılığının bulunması turizm gelirlerini olumsuz etkileyebilecek. Irak’ın da savaş alanına çekilmesi halinde özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesi için yaşamsal önem taşıyan sınır ticareti darbe yiyecek. Petrol fiyatlarının yükselmesi halinde bu da dış ticaret dengemizi olumsuz etkileyebilecek.
• Bu ortamda Türkiye, IMF ve Dünya Bankası kaynaklarına bağımlı kalmayı sürdürecek ve ancak onları ikna ederek kendine bir hareket alanı yaratabilecek.


Şartlar çok ağır, işimiz çok zor
Bizim komplo üstatları sonunda benim de kafamı karıştırdı
Amerika’nın canevinden vurulduğu gün Londra’da idim. London School of Economics’in yanıbaşındaki kitapçıda, küreselleşmeyle ilgili yeni kitaplarla haşır neşir, keyifli birkaç saat geçirdikten sonra aldığım kitapları bırakmak üzere otelime döndüğümde haber kanallarına bir göz atmak için televizyonu açtım ve şaşırtıcı bir görüntüyle karşılaştım: New York’un simgesi haline gelen Dünya Ticaret Merkezi kulelerinin birinden dumanlar yükseliyordu. Hemen aklıma Hollywood geldi. Amerika’da ekim ayında gösterime girmesi beklenen Arnold Schwarzenegger’in yeni filmi Collateral Damage filminin bir bölümünü mü izliyorduk CNN ekranında?
Ben bunları düşünürken CNN sunucusu birinci kuleye bir uçağın çarptığını söylüyor, bu arada ikinci kuleye doğru da başka bir uçağın hızla yaklaşmakta olduğu anlaşılıyordu. Bundan sonra yıllarca belleklerden silinmeyecek görüntüler birbirini izlemeye, sözcüklerle ifade edilemeyecek dehşet sahneleri yaşanmaya başlandı. Bu arada bir üçüncü uçağın da Pentagon’a çakıldığı haberi geldi. Dünyanın tek süper gücü olarak kabul edilen ABD’nin ekonomik ve askeri gücünü simgeleyen hedefler tam isabet almıştı. ABD’nin siyasi gücünü simgeleyen Beyaz Saray’ın ve Capitol’ün ise son anda vurulmaktan kurtulduğu ileri sürülüyordu. Başkan Bush’u hayatta bırakmak ABD’nin aczini daha güzel sergilemek için düşünülmüş bir şey de olabilirdi belki.

Büyük şok ve sonrası
Amerika’da yaşanan şok herhalde çok büyüktü. Televizyonlara yansıyan görüntüler, olaya gösterilen ilk tepkiler, Başkan Bush’un ve diğer yetkili zevatın yaptığı açıklamalar dört başı mamur bir şaşkınlığı ve çaresizliği gözler önüne seriyordu. Kim oldukları bilinmeyen "teröristler", küresel nizamın rakipsiz süper gücünü canevinden vurmayı başarmıştı. ABD ile aynı "uygarlığı" paylaştığını düşünen İngiltere gibi ülkeler de bu şoktan payını alacaktı.
Bu dehşetengiz eylemin, küresel ekonominin bir durgunluk ya da "resesyon" tehdidi altında bulunduğu dönemde gerçekleştirilmesi, ekonomik etkilerinin de felaket çağrışımı yaptıracak boyutlara tırmanmasına olanak verebilirdi. Dünya ekonomisi derin bir "resesyon"a girebilir, ABD’nin bir misilleme harekatına girişmesi petrol fiyatlarını tırmandırabilir ve bunun da etkisiyle milyonlarca kişi işini kaybedebilirdi.

Patlamaya hazır bomba
Herkesin kendi senaryosunu yazmasına olanak veren bu ortamda benim ilk aklıma gelen şuydu: Teknolojinin bu kadar ilerlediği, bilgi paylaşımının ve iletişimin bu kadar yaygınlaştığı ve ucuzladığı bir dünyada, eşitsizliklerin ve kutuplaşmaların da keskinleşmesi, patlayıcı bir karışım oluşturmuş, patlamaya hazır bir bomba yaratmıştı. Bu ortamda mevcut teknolojiyi ve bilgiyi yıkıcı amaçlar için kullanmak isteyen küçük fakat inançlı grupların, iyi bir planlamayla küresel etkiler yaratacak eylemler yapmaları mümkündü.
Bu tür eylemleri önlemek için güvenlik önlemlerini artırmak ve "terör yuvalarını kurutmak" ilk akla gelen çareydi ama yeterli değildi. Teknolojinin ve bilginin yayılmasını sınırlamak ya da gelişimi durdurup "tüpe geri sokmak" da mümkün olmadığına göre, yeni felaketleri önlemek için küresel düzendeki eşitsizlikleri ve kutuplaşmayı azaltacak önlemleri gündeme almak gerekiyordu. Giderek yaygınlaşan ve etki alanı genişleyen küreselleşme karşıtı protestoların belirgin taleplerinden biri de buydu. Bu yönde somut adımlar atmadan küresel düzeni sürdürmek kolay değildi. Olayın bu yönünü görenler, ABD’nin ve ortaklarının, "terörist" avına çıkıp bazı ülkelere savaş açmasının sorunu çözmeye yeterli olmayacağını düşünüyorlardı.

ABD kendini mi vurdu?
İngiltere’nin ve Amerika’nın önde gelen gazetelerinde çıkan değerlendirmeleri okuyarak olayı farklı boyutlarıyla kavramaya çalışırken "büyük gerçeği" görmek için Türkiye’ye dönmem gerektiğini düşünememiştim doğrusu. Türkiye’ye dönüp yazılı ve görsel medyayı izlemeye başladığımda, insanların tepkilerini dinlediğimde o ana dek okuduklarımın ve düşündüklerimin beş para etmediğini anladım. Hala 50 yıl öncesinin diliyle konuşan bizim komplo üstatlarına göre bu saldırıyı Amerika kendisi yapmıştı, CIA ve Mossad gibi gizli örgütlerin de bunda payı olabilirdi. Böyle bir planlamayı ve icraatı ancak bir süper güç, yani ABD yapabilirdi; kullanılan teröristler de onun kullandığı birtakım kandırılmış zavallılardı. ABD şimdi bu saldırıyı bahane ederek Ortadoğu’nun haritasını yeniden çizecekti.
Bunlar bana kırk yıllık kahve sohbetlerini hatırlatıyor ama bu ortamda büyük konuşmaya gelmez, belki de onlar haklı çıkar.(!)

Masum insanlarla dolu intihar uçaklarının, devrilen kulelerin, yok olan yaşamların, tozun, dumanın, yıkıntının belleklerimizde silinmez izler bıraktığı günlerin ardından, fırından yeni çıkmış ekmeği tadarak sanatın hasadını toplamak hiç de fena olmadı doğrusu. Nuran Terzioğlu’nun Galatasaray Lisesi’nin arkasındaki ünlü taş duvarın hemen dibinde bulunan Apel galerisinde açılan "Hasat" konulu sergide yer alan ilginç yapıtlardan biri de Suzy Hug Levy’nin çeşitli ülkelerin banknot örneklerini kullanarak gerçekleştirdiği "saman yığını" idi. Yaşamakta olduğumuz ekonomik krizin de etkisi altında kalarak oluşturduğu yapıtını, "Har vurup harman savur(ma)" diye adlandırmış Levy. Bu sergide yer alan ve "hasat"ı farklı yaklaşımlarla anlatan diğer "işöler Engin Akın, Cem Aydoğan, Filiz Başaran, Can Göknil, Ayfer Kalsın ve Gülsün Karamustafa’ya ait.