Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Osman ULAGAY

Şok programla enflasyonu %10'a indiririz" diyenler kafa karıştırarak % 50'lik hedefin tutturulmasını da önlüyor ve enflasyon lobisine hizmet ediyor.
Hükümetin imdadına bu kez de "Körfez krizi" yetişti ve üç haneli rakamlara tırmanan enflasyon gündemin baş sırasına oturamadı. "Şok program" ve "yüzde 10'a indiririm" palavralarıyla kafa karıştırarak enflasyon lobisinin ekmeğine yağ sürenlerin şimdi çıkıp enflasyonun yükselişini Saddam'a fatura etmeye kalkışmaları da hiç şaşırtıcı değil bu ortamda.
Olaya palavrayla ve afra tafrayla değil de ciddiyetle yaklaşanların derdi ise bambaşka. Onlara göre Türkiye'de yaşanmakta olan enflasyon fevkalade karmaşık bir nitelik kazanmış durumda. Türkiye'deki enflasyonu, ayrıntılara da inerek, yüksek enflasyon yaşamış diğer ülkelerin örnekleriyle karşılaştırdıklarında, Türkiye'nin kendine özgü bir örnek oluşturduğunu görüyorlar ve başka ülkelerde başarı kazanmış reçetelerin Türkiye'de aynen tekrarlanmasının umulan sonuçları vermeyebileceği uyarısını yapıyorlar.

Türkiye'de enflasyonla mücadele için ortaya atılan program seçeneklerini modellerle test ederek her seçeneğin ne getirip ne götüreceğinin analizini yapan bürokratların çok önemli bir uyarısı daha var. "Çeşitli kesimlerle mutabakat sağlanmadan, enflasyonu bir yıl içinde yüzde 10'a indirmeyi hedefleyen bir şok program uygulanırsa bu deneme müthiş bir üretim kaybına yol açar, milli gelirde yüzde 5 - 6'lık büyük bir düşüş yaşanır", diyorlar.
Yılmaz hükümetinin bu ortamda böyle bir riski göze alamayacağı ortada. Pekiyi o zaman, "CHP güvence versin, IMF ile anlaşıp şok programla enflasyonu bir yılda yüzde 10'a indirelim", demenin ne anlamı var? Bana öyle geliyor ki bu söylemi sürdüren politikacılar fena halde kafa karıştırarak ve beklentileri daha da bulandırarak "enflasyon lobisi"nin ekmeğine yağ sürüyorlar. Bu ortamda yüzde 50'lik hedefin inandırıcılığı da kalmıyor ve sonunda Sayın Başbakan çıkıp, "enflasyonu istediğimiz seviyeye indirmemiz mümkün değil", demek zorunda kalıyor.

Uluslararası Para Fonu(IMF)nin ille de "şok program" diye tutturduğu da sanırım bir palavra. Benim Ankara'da yaptığım temaslar sonucunda daha da pekişen izlenimim şu: IMF öncelikle yapısal reformlar üzerinde duruyor, hükümetin enflasyonla mücadele konusunda, kamu açıklarını kalıcı biçimde düşürme konusunda samimi, kararlı ve muktedir olduğuna inanmak için bu cephede somut ve anlamlı adımlar atılmasını bekliyor. Özellikle sosyal güvenlik reformu bu açıdan bir gösterge niteliği kazanmış durumda.
Bu reformların ötesinde, hem IMF'yi tatmin etmek hem de 1998 yılında programlanan hedeflere yaklaşmak(yani toptan eşya fiyatları endeksi(TEFE)'ye göre 12 aylık artışı yüzde 50, yıllık ortalama artışı yüzde 65'de tutabilmek) için bütçe uygulamasında çok katı davranmak şart. Örneğin 3.9 katrilyon olarak programlanan 1998 yılı bütçe açığının 3 katrilyona doğru indirilmesi gerekli. Bu hedefe varmak kolay değil ve Körfez krizinin getireceği fatura kuşkusuz işi daha da zorlaştıracak ama bütçede bu hedefe varmadan enflasyonda öngörülen hedefe varmanın olanaksız olduğu da ortada.

Türkiye'deki enflasyonun özellikleri konusunda yapılan araştırmalar, enflasyon düzeyini belirleyen en önemli faktörün enflasyon beklentileri olduğunu gösteriyor. Kamu açıklarıyla enflasyon arasındaki temel ilişki tabii ki geçerli ama kamu açıklarını düşürmeye başlasanız bile toplumdaki ve piyasalardaki enflasyon beklentisini değiştirmeden enflasyonu anlamlı biçimde aşağı çekmeniz zor görünüyor.
Hükümetin enflasyonla mücadeleye kararlı olduğunu gösterebilmesi ve inandırıcılık kazanması için her şeyden önce palavracı unsurlardan kurtulması ve tek bir enflasyon hedefine odaklanması şart. Bu hedef TEFE'de yüzde 50 ise tüm hükümet üyelerinin tek telaffuz ettiği ve yakalanması için çaba harcadığı hedefin de bu olması gerekli. Şu ya da bu bakanın, manşetleri çalarak egosunu tatmin etmek için kişisel bilgisayarında yaptığı amatörce egzersizleri hükümetin hedefiymiş gibi ortaya atması, ikidebir "şok program"dan ya da yüzde 10, yüzde 15 gibi hedeflerden söz etmesi ise fena halde kafa karıştırıyor ve yüzde 50 hedefinin inandırıcılığına da gölge düşürüyor. Toplumla ve ekonominin ajanlarıyla tam bir mutabakat sağlamadan ne olduğu belirsiz bir "şok program"dan söz etmek beklentileri daha da olumsuz etkiliyor.

Başbakan Yılmaz'ın bu gibi davranışlara set çekmemesi bugün gelinen noktada yüzde 50'lik hedefin inandırıcılığını da büyük ölçüde azalttı. Geçen yılın kasım ayı ortalarına kadar yüzde 50 hedefinin ciddiye alınabileceğini düşünenlerin çoğu da bugün bu umudunu tamamen yitirmiş durumda. Tutarsız beyanlarla ve yetersiz uygulamalarla çok vakit kaybedildi ve 1998 yılının da bir ayı geçti.
Bu noktadan sonra hükümetin yeniden inandırıcılık kazanması ve yüzde 50 dolayında bir hedefin ciddiye alınması için ilk yapılacak şey şok program palavralarıyla kafa karıştıranların devre dışı bırakılması.Diğer yandan yapısal reformlarla bütçe disiplini konusunda gerekenlerin yapılması da zorunlu. Tabii enflasyonu ilk aşamada yüzde 50'ye düşürmek gibi bir hedef hala varsa.


Grafikte de görüldüğü gibi, 1996 yılının ilk yarısında TEFE(Toptan Eşya Fiyatları Endeksi)ndeki altı aylık artış TÜFE(Tüketici Fiyatları Endeksi)ndeki artışın 7 puan üzerinde imiş. 1996'nın ikinci yarısında TÜFE'deki artış TEFE'dekinin biraz üzerine çıkmış, 1997'nin ilk yarısında ise tersi olmuş. TÜFE'deki asıl sıçrama ise 1997'nin ikinci yarısında gerçekleşmiş ve bu kez TÜFE, TEFE'nin 7 puan üstüne çıkmış. "Çekirdek enflasyon"u gösteren Özal İmalat Sanayii endeksindeki belirgin yükseliş de 1997'nin ikinci yarısında gözlenmiş. Bu veriler fiyat artışlarındaki tırmanışın iç talepteki canlılıktan destek aldığını düşündürüyor.

Yazara Email O.Ulagay@milliyet.com.tr