Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Türkiye, üç ayda ikinci kez krize yakalanınca "kurtarıcı" olarak Kemal Derviş’e sarıldı. Son haftalarda bindiğim her takside, gittiğim her yerde, bulunduğum her ortamda hep aynı sorulara muhatap oluyorum: "Derviş ekonomimizi bu çıkmazdan kurtarabilecek mi? Bunu yapmasına fırsat verilecek mi?"
Dünya Bankası’ndaki görevini bırakıp, "Türkiye ekonomisini kurtarmaya" soyunan Derviş’in bu "kurtarma operasyonu"nun dış ayağını başarıyla sonuçlandırdığı söylenebilir. IMF Yönetim Kurulu’nun yarın vermesi beklenen resmi onaydan sonra IMF’den (ve ardından Dünya Bankası’ndan) Türkiye’ye hatırı sayılır miktarda bir kredinin gelmesi bekleniyor. Derviş’in programını eksiksiz uygular, istenen reformları eksiksiz yaparsak bunun arkasından özel dış kaynak akışının da devreye girmesi ve darboğazdan çıkış sürecinin başlaması beklenebilir.

Derviş kimin ajanı?
Ancak bu "kurtarma operasyonu"nun Türkiye’deki ayağının gerçekleşmesi, pek de kolay olmayacak galiba. Kolay olmayacak çünkü bunun gerçekleşmesi için gerekli olan "zihinsel değişim" ya da anlayış sıçraması henüz gerçekleşmiş değil ülkemizde. Gerekli reformların gerçekleştirilmesindeki zorluklar bir yana, bütün bunların Türkiye’yi kurtarmak için değil batırmak için yapıldığına inananlar var. Onlara göre Derviş, "Amerika’nın maşası" ya da "IMF’nin ajanı". ABD ve IMF, Türkiye’yi köşeye sıkıştırıp dışarıdan gelecek mali desteğe muhtaç hale getirdiler; şimdi de bu desteği sağlamak için kendi şartlarını empoze ediyorlar, Türkiye’yi yeni kapitülasyonların boyunduruğu altına almak istiyorlar.
Son günlerde gazetelere yansıyan haberlere bakılacak olursa, Derviş’in "ipleri dış güçlerin elinde", "dışarıdan aldığı talimatla hareket eden", "Türk Telekom’u Amerikan şirketlerine peşkeş çekmek isteyen" bir ajan olduğunu ifade edenler arasında, Derviş’i palas pandıras Amerika’dan çağırarak ülkeyi iflasın eşiğinden kurtarmasını isteyen hükümetin ortakları, başbakan yardımcıları, bakanları da var. Ülkeyi üç ay içinde peş peşe iki krize sürükleme başarısını gösterenler şimdi ulusal çıkarların, ulusal onurun kahraman savunucuları haline geldiler. Bu krizlerin neden çıktığını da hala anlamadıkları için, "IMF’den paraları alır, Derviş’i sepetler, nutuklar atarak milliyetçilik oynamaya devam ederiz" hesabı yapıyorlar.

Ulusal onur yerlerde
Aslında bu tür vatan - millet edebiyatı yapmak için fevkalade elverişli bir ortam var bugünün Türkiyesinde. Yıllardır uygulanan yanlış politikalar sonucunda tamamen dış kaynağa bağımlı hale getirilen ekonomimizin duvara dayandığı noktada, bunalımdan çıkışın sinyalini IMF’den ve onu etkileyen güçlerden almak zorundayız. Onlar da verdikleri paranın boşa gitmemesi için şartlar koşuyorlar, Başkan Bush Başbakan Ecevit’e mektup yazarak durumun ciddiyetini hatırlatmak gereğini duyuyor. Neresinden baksanız onur kırıcı bir durum ama gelinen noktada IMF’den onay almadan ekonomimizi darboğazdan çıkartacak bir seçenek de yok ne yazık ki.
Bugün Derviş’e saldırarak puan toplamaya çalışanlar da bunu bal gibi biliyorlar, bunu bildikleri için IMF’nin çıkmasını gerekli gördüğü yasaları çıkartıyorlar ama bir yandan da ulusal onuru savunma şovları yapma gereğini duyuyorlar. Bunların biri çıkıp da "Benim IMF’siz bir çözümüm var, şunları yaparak ekonomiyi ve halkı kısa sürede düzlüğe çıkartırım" dese ve tutarlı bir program ortaya koyabilse ona saygı duyacağım ama yok böyle bir şey. Sadece sözde ulusal onuru savunmayı hedefleyen bir şov var.

Onur nasıl korunur?
Günümüzün dünyasında ulusal onuru korumanın yolu, küreselleşen dünyanın gerçeklerini doğru okuyup bu çerçeve içinde ulusal başarıyı yakalamaktan geçiyor. Bugünün dünyasında ülkenizi iyi yetişmiş insanı, teknolojiyi ve sermayeyi çeken bir kalkınma odağı haline getirmeden bu başarıyı yakalayamazsınız. Makroekonomik istikrarı sağlayıp şirketlerinizin rekabet gücünü artırmadan ekonominizi sağlıklı bir yapıya kavuşturmanız ve halkın refahını yükseltmeniz olanaksız. Ekonomiyi sağlıklı hale getirmeden de ulusal onur korunamıyor bugünün dünyasında. IMF’ye karşı çıkıp ulusal onuru koruma şovları yapanlar sonunda, üstelik daha kötü koşullarda, kendilerini IMF’nin kapısında buluyorlar.

Çözümü hükümetten bekleyince
Yöntem Araştırma’nın hazırladığı "Modern ve Postmodern Trendler 2000" raporunda yer alan ilginç tablolardan birinde, çeşitli ülkelerde yaşayanların "21. yüzyılın hedeflerini hangi kurum gerçekleştirir?" sorusuna verdiği yanıtlar yansıtılıyor. Görüldüğü gibi Türkiye ve Rusya’da ve bir ölçüde Japonya’da insanların umudu hala hükümette, yani devlet eliyle hedeflere varma inancı sürüyor. ABD ve Almanya’da ise sivil toplum kuruluşlarıyla özel şirketlere ve uluslararası kuruluşlara umut bağlayanlar daha fazla. Yaşamakta olduğumuz krizlerle bu anlayış tarzının bir ilişkisi var mı acaba?

Türkiye’de dar bir çevrenin dışında adı bilen bilinmeyen Kemal Derviş’in bir anda Amerika’dan gelerek ekonominin kurtarıcısı rolüne soyunması ve adeta hükümetin dördüncü ortağı haline gelmesi aslında olmayacak bir şey. Bu olmayacak şey, Türkiye’de değişime direnen siyasetin acze düşmesi sayesinde olabildi. Derviş de dış dünyadaki itibarını ve ikna yeteneğini kullanarak dış desteği kotardı, hükümete ve siyasetçilere zaman kazandırdı. Şimdi gelinen noktada "paraları kapalım, Derviş’i kovalım" havasına giren siyaset erbabı sanırım hala durumu kavramadı. Savunmaları gereken Derviş’i yollamaları halinde olacakları ancak yaşayarak öğrenecekler.

Kuruluşundan bu yana geçen on yıl içinde büyük başarılara imza atan Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı’nın mayıs ayı bülteninde Vakıf Başkanı İlhan Tekeli’nin ilginç bir değerlendirmesi yer alıyor. Üretkenliğini ve analiz yeteneğini her zaman takdir ettiğim Tekeli, yaşamakta olduğumuz krizin yalnızca ekonomide değil, siyasette de yeniden yapılanmayı gündeme getirdiğini belirterek şöyle diyor:
"Şubat sonrasında krizde yaşadığımız iki ay, bizi ilginç bir noktaya getirdi. 1980’li yıllarda Türkiye’nin dışa açılmasının gerektirdiği yapı dönüşmesi ekonomi alanında önemli ölçüde yaşanmasına karşın, siyasal alanda bu dönüşümün yaşanmadığı, küreselleşmemiş bir dünyanın himayeci, popülist siyaset alışkanlıklarının sürdürüldüğü ortaya çıktı. Türkiye (şimdi) bu alanda bir dönüşümü yaşamaya zorlanıyor. Krizi aşma yolunda atılan adımlar başarılı olup krizden çıkma yolunda ilerleme sağlanınca gelinen açıklamayla tatmin olunacaktır. Ama bunda uğranılacak bir başarısızlık bizi bir başka açıklamaya taşıyacaktır. Sorunları daha derinden kavramaya zorlayacaktır."

Özür
Geçen hafta bu köşede yer alan "Pil, zil ve gaz" başlıklı yazıda geçen ve doğrudan kendisini hedeflemeyen bir deyimin, Sayın Tansu Çiller’e hakaret olarak algılanması, DYP menspları arasında büyük tepki yarattı. Benim Sayın Çiller’e hakaret etmek ve DYP mensuplarını, özellikle de Sayın Çiller’i bir sembol haline getirmiş olan kadınları rencide etmek gibi bir amacım tabii ki yoktu. Kendini rencide olmuş hisseden herkesten özür diliyorum. Ülkemizin bugün bu noktada bulunmasının sorumlusu olarak gördüğüm Sayın Çiller, Sayın Yılmaz ve diğer siyasetçilere yönelik eleştirilerimde ise haklı olduğumu düşünmeye devam ediyorum.

Soru - Yorum’a birkaç hafta ara vermek için okurlardan izin istiyorum