Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Savaş pazarlıkları her şeyi unutturdu gene. Ekonomideki tartışma bir kez daha faize, borca, borsaya endekslendi; piyasaların umutları Amerika’dan alınması beklenen savaş yardımına bağlandı. Ekonomide kalıcı başarının taşıma suyla elde edilemeyeceği, verimlilik düzeyini yükseltemeyen bir ülkede refah düzeyinde kalıcı bir yükselmenin de yaşanamayacağı unutuldu.
Conference Board adlı kuruluşun satın alma gücü paritesi bazında hesapladığı verimlilik rakamlarına göre The Economist dergisinin yaptığı sıralamada Türkiye, diğer OECD ülkelerinin hayli gerisinde, sonuncu sırada yer alıyor. Çalışılan saat başına GSYİH Türkiye’de 10 dolarken ABD, Almanya, Fransa, Hollanda, İrlanda gibi ülkelerde 40 dolar dolayında. Bu arada Fransa ve Almanya’nın ekonomideki başarısıyla çok övünen ABD’nin önünde bulunduğunu da vurgulayalım.
Öte yandan Dünya Ekonomik Forumu tarafından hazırlanan Global Bilgi Teknolojisi Raporu’nda da Türkiye’nin Tayland, Çin, Meksika ve Arjantin gibi ülkelerin gerisinde, 51. sırada yer alabildiği görülüyor. Bu sıralamalarda yükselmedikçe umudumuzu savaş yardımlarına bağlamaya devam ederiz biz.

Ustat Çetin Altan’ın son zamanlardaki yazılarında sıkça yinelediği "Siz gene de enseyi karartmayın" tavsiyesi, geçen hafta Radikal İki’de "Enseyi karartın artık" diye yazan Yıldırım Türker gibi, beni de düşündürüyordu bir süredir. Belki de dünyaya Çetin Altan kadar iyimser bakmadığım için, enseyi karartmanın tam zamanı diye düşünmeye başlamıştım. Küreselleşme olgusunu da içeren büyük dönüşümü dikkatle izlemeye çalışan biri olarak, bu dönüşümün, kimilerinin umduğu gibi sancısız ve bedelsiz gerçekleşmeyeceğini daha net görüyor ve kaygılanıyordum.Evet, enseyi karartmanın tam zamanı diye düşünüyorum çünkü burnumuzun dibinde, Irak’ta büyük acılara ve kaygı verici gelişmelere yol açacak bir savaş çıkmak üzere. Benim ölçülerime göre iyi sonuçlanması mümkün olmayan bir savaş bu. Savaş hangi senaryoya göre gelişirse gelişsin doğuracağı sonuçların olumlu olması çok zor.

SAVAŞIN BEDELİ
Önce savaşı çıkarmaya kararlı görünen Başkan Bush ile yardakçısı Tony Blair’in dillerinden düşmeyen en iyimser olasılığı ele alalım. Eğer Amerikalıların en olumlu savaş senaryosu gerçekleşir ve ABD kısa sürede Saddam’ın işini bitirerek Irak’ta kendi düzenini kurarsa, bu ilk başta kimileri için rahatlatıcı olabilir, borsalarda kısa süreli iyimserlik rüzgarları esebilir, Türkiye’de yeni kazanç kapılarının hesapları yapılabilir. Hükümetimiz sonunda ABD’nin yanında yer almanın ne kadar doğru olduğunun anlaşıldığını söyleyerek böbürlenebilir. Bizim medyamızda da seçkin örnekleri bulunan ABD hayranı savaş yanlıları de, "bakın gördünüz mü, iş oldu bitti, dünya diktatör Saddam’dan kurtuldu" diyerek savaşa karşı çıkanlara nanik yapmanın zevkini tadarlar. Bu kafada olanlar, ABD’nin Irak’ta elde edebileceği kolay bir zaferin başka ne anlama gelebileceğini ise hiç düşünmezler.

ABD TAHAKKÜMÜ
Askeri gücüne dayanarak dünyayı tek başına haraca kesmeye niyetli olan ABD, Irak’ta kolay bir zafer elde ederse, tek kutuplu dünya düzenini gerçekleştirme yolunda çok önemli bir adım atmış olacak. Bundan sonra ABD’nin küresel tahakkümünü sınırlamak ve herhangi bir konuda ABD’ye karşı tavır almak çok daha zorlaşacak.
Bir de tam tersini düşünelim ve ABD’nin Irak operasyonunu yüzüne gözüne bulaştırdığını, Saddam devrilse bile bunun Irak’ta ve bölgede tam bir kargaşaya yol açtığını, bu kargaşada Türkiye’nin de başının belaya girdiğini, terörün tırmandığını varsayalım. Bu ortamda Türkiye ve dünyada ekonomik sorunlar da yeni krizlere dönüşebilecek ve en utanmaz savaş çığırtkanları bile "ne halt ettik biz" diye düşünmeye başlayacak ama iş işten geçmiş olacak.
Savaşın her halükarda yapacağı tahribatı, yaratacağı korkunç acıları da bunlara eklersek ne denli büyük bir bedelle karşılaşacağımızı daha iyi hesaplayabiliriz.
Saddam’la Bush arasında bir hesaplaşma olmanın ötesinde, olası bir Irak savaşı 21. yüzyılın rengini belirlemek açısından da önem taşıyor. Anımsanacağı gibi 1989 sonrasında Soğuk Savaş’ın bittiği ilan edildiğinde, 21. yüzyılın "barış içinde kalkınma" çağı olacağı söylenmiş ve savunma harcamalarından yapılacak kısıntıyla elde edilecek "barış temettüsü"nün insanlığın yararına kullanılacağı belirtilmişti. Başkan Clinton’un dilinden düşmeyen bu söylem bugün yerini Bush takımının "askeri güce dayalı tahakküm" söylemine bırakmış bulunuyor ve savunma harcamalarında rekor artışlara gidiliyor. Bu arada ABD’nin 21. yüzyıldaki emperyal tahakkümünü haklı göstermek için teori üretenler de sürekli savaşlar dönemine girildiğini yazmaktan geri durmuyorlar.
Bütün bunların yanı sıra, medyanın (dünyada ve kısmen de bizde) bu süreçte oynadığı rol; Avrupa ile ABD arasındaki tartışmada, devlet adamı diye geçinen zevatın sergilediği çapsızlık, düzeysizlik ve Türkiye’deki yeni yönetimin güven vermeyen tutumu da insanın içini karartmaya yetiyor.

KÜRESEL MUHALEFET
Bu iç kapayıcı tablodaki tek umut ışığını ise dünyanın dört bir yanında milyonlarca kişinin katıldığı savaşa karşı gösteriler yakıyor. Bush, Blair. Berlusconi ve Aznar gibi savaş yanlısı liderlerin tersine, sokaklara dökülen kitleler 21. yüzyılla savaşı bağdaştıramıyor sanki. Bunun, kimilerinin iddia ettiği gibi, Saddam’ı desteklemekle falan hiç ilgisi yok. Savaşla çözüm fikrine karşı olmakla ve bunun da ötesinde ABD’nin keyfine göre ve gerekirse zor kullanarak yön vereceği bir dünya düzenine karşı olmakla ilgisi var. Bu küresel tepkinin ne kadar kalıcı ve etkili olabileceğini söylemek kolay değil ama enseyi karartmamak için bir neden arıyorsak onu belki de bu küresel muhalefette bulabiliriz.