Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


       ABD'den dünyaya yayılan "yeni ekonomi"nin önde gelen kuramcılarından, Wired dergisinin editörü Kevin Kelly de bu hafta çarşamba sabahı İstanbul'da olacak ve 9. Ulusal Kalite Kongresi'nin özel oturumunda konuşacak. Ünlü fütürolog Alvin Toffler ise salı günkü özel oturumun konuşmacısı olacak.
       Kelly ve Toffler'i dinleyenler "yeni ekonomi" ve geleceğin getirecekleri konusunda zihinsel sıçramalar yaparken Türkiye'nin 21. yüzyıldaki yerini de düşünecekler belki. Aslında Türkiye'de de bu konularda düşünce üreten, "yeni ekonomi"ye uyum sağlamak için çaba gösterenler var kuşkusuz ama bu konular ne yazık ki genel gündemin üst sıralarına tırmanamıyor; örneğin olayın temelinde yatan insana yatırım bir ulusal hedef haline gelemiyor.
       Bu durumdan rahatsızlık duyan TÜSİAD da YETİ (Yeni Ekonomi, Teknoloji, İnsan) başlığı altında düzenleyeceği seminer dizisini bu hafta başlatıyor. 24 Kasım günü saat 14.00'te Ceylan İntercontinental otelinde yapılacak olan ilk toplantının başlığı "Fırsatlar Dünyasına Son Bilet". Hızın belirleyici olduğu bir dünyada yaşadığımızı unutmadan "son bileti" kapsak bari.

Bizim "yeni ekonomi" biraz farklı

       Türkiye dünyadaki gelişmeleri biraz(!) geriden izliyor. Gelişime öncülük eden ülkeler 21. yüzyıla sanayi toplumundan "bilgi toplumu"na geçmenin heyecanını yaşayarak girdiler. Biz ise nüfusunun neredeyse % 40'ını hala kırsal kesimde barındıran bir ülke olarak tarım toplumunun sorunlarını tam aşamamış durumdayız; buna karşın 21. yüzyılda iddialı olduğumuzu söylemeye devam ediyoruz.
       Şimdi Türkiye, enflasyon özürlü ekonomisini sağlıklı bir yapıya kavuşturmaya, kendisine göre bir yeni ekonomiye geçmeye çalışıyor. Bizim geçmeye çalıştığımız yeni ekonomi, bugün dünyada tartışılmakta olan "yeni ekonomi"den biraz farklı. Biz Amerikalıların "eski ekonomi" dediği düzeni yerine oturtmaya çalışıyoruz şimdi. ABD'nin yaptığı gibi eski ekonomiyi sağlam temellere oturtursak onun üzerine gerçek "yeni ekonomi"yi kurabiliriz belki.

       Bizim eski ekonomi
       Bizim şimdi yakalamaya çalıştığımız yeni ekonominin ne olduğunu anlamak için önce aşmaya çalıştığımız eski ekonominin nasıl işlediğini anımsayalım. Türkiye'nin hiç değilse son on yılına damgasını vuran bu düzende:
       * Yüksek kamu açıkları devletin aşırı borçlanmasını ve yüksek faizleri yarattı.
       * Özel kesimin tasarrufları, bu açığı finanse etmek için devlete borç verildi, rantiyelik özendirildi, üretken yatırım caydırıldı.
       * Banka sistemi öncelikle devleti fonlamaya yöneldi, Hazine bankacılığı dönemi yaşandı.
       * Sanayi ve diğer reel sektörler özellikle 1994 krizi sonrasında ayakta kalma refleksiyle davrandı, fazla fonlarını yatırıma yönelteceğine devlete borç vermeyi tercih etti, böylece istikrarsız ortamda riskini azaltmaya ve karını korumaya çalıştı.
       * Bu ortamda gerçek "yeni ekonomi"yi yaratacak olan girişimcileri destekleyecek koşullar oluşmadı.
       * Yeterli miktarda ve nitelikte yeni yatırım yapılmayınca rekabet gücümüz düştü ve ihracat kapasitemiz gelişmedi.
       * Bu yapıyı değiştirmeden, iç pazarı canlandırarak büyümeyi artırma girişimleri enflasyonu besledi ve zaman zaman döviz krizi yarattı.
       Bu düzenin bizi bir çıkmaz sokağa sürüklediği aslında 1991 sonunda, genel seçimlere gidilirken anlaşılmıştı ama birbirini aratmayan çapsız politikacılar bunu değiştirecek adımları atmadılar. Ancak 1994'teki dört başı mamur krizi ve 1998 - 99'daki çöküşü yaşadıktan sonra bu düzeni değiştirecek adımlar atılmaya başlandı. Ne var ki mevcut düzeni bir anda değiştirmek mümkün olmadığı için şimdi gene eski hastalıkların bazı belirtilerini görmeye başladık. Ekonomide yaşanan iç pazara dayalı canlanma ithalatı kamçıladı, dış açık hızla büyüdü. Eski düzene dayanan banka sistemi dökülmeye başladı.

       Bizim yeni ekonomi
       Bu düzeni yenilemek gerektiği giderek daha net anlaşılacak. Bizim yeni ekononide sistemin işleyişi, eski ekonomidekinin tam tersi olacak. Özetlersek:
       * Kamu açıkları kapanacak, enflasyon ve faizler düşecek.
       * Üretken yatırıma yönelmek devlete borç vermekten daha cazip hale gelecek.
       * Bankalar devleti değil firmaları ve hane halkını finanse edecek, Hazine bankacılığı yerine risk yönetimi bankacılığı başlayacak.
       * Firmalar yatırıma ve yeni teknolojiye yönelecek, verimlilik ve rekabet gücü artacak.
       * Artan rekabet gücü ihracatı artırırken ithalatı caydıracak ve dış açıktaki büyüme duracak.
       * Verimlilik artışları enflasyona yol açmadan yüksek ücret artışlarına olanak yaratacak.
       * Rantiyelik gerilerken tasarruf sahibi ile girişimci arasında yeni köprüler kurulacak, risk sermayesi gelişecek.
       İşte bütün bunlar olunca gerçek "yeni ekonomi"nin gelişmesi için gerekli ortam da oluşmuş olacak.
       Ne dersiniz, işimiz biraz zor galiba!

Borusan Filarmoni sürprizleri

       Prof. Gürer Aykal'ın yönetimindeki Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası, 2000 - 2001 konser sezonunda İstanbullu müzikseverlere keyifli saatler yaşatmaya hazırlanıyor. 29 - 30 Eylül'deki ilk konserinde piyanist Judith Uluğ'a eşlik eden orkestra, Beethoven konserleri dizisini 28 - 29 Kasım'da etkileyici piyanistimiz Emre Elivar'la sürdürecek. Kaçırılmaması gereken bu konseri, 19 Aralık'ta Fazıl Say'ın solist olarak katılacağı Yeni Yılı Karşılama Konseri izleyecek. Çaykovski'nin eserlerine ayrılmış olan bu konser 20 Aralık'ta İzmir'de, 21 Aralık'ta Ankara'da tekrarlanacak. Borusan Filarmoni'nin İstanbul konserleri Lütfi Kırdar konser salonu ile Kadıköy Halk Eğitim Merkezi salonunda gerçekleştirilecek. İlginç solistlerin katılımıyla 2001 baharında da sürecek olan konserler için sezonluk abonman bileti edinmek de mümkün. İlgilenenler Beyoğlu'ndaki Borusan Kültür Merkezi'ne başvurabilirler. (Tel: 0212 - 292 06 55). Bu arada dünyanın sayılı piyanistlerinden Murray Perahia'nın 7 Aralık'ta İstanbul'da bir resital vereceğini de belirtelim.

Sorun Avrupa mı, çağa uyum mu?

       Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) ile yılan hikayesine dönen ilişkilerinde yeni bir dönüm noktasındayız galiba. Türkiye'nin AB üyesi olmasını istemeyen Avrupalılar, Beckenbauer (ya da onu hatırlamayanlar için Hagi) ustalığıyla paslar atıp duruyorlar, Türkiye'nin AB üyesi olmasını istemeyen Türklerin önüne. Yıllardır bu pasların rüyasıyla yatıp kalkan bizimkilere topu kaleye itmek kalıyor. Golü atıp işi bitirmeye, Avrupa defterini kapatıp Türkiye'yi 20. yüzyıla hapsetmeye fevkalade hevesliler.
       Bizim asıl tartışmamız gereken soru işte bu noktada düğümleniyor: AB bir yana biz toplum olarak 20. yüzyılda mı yaşamaya devam edeceğiz, yoksa 21. yüzyılın yeni gerçekleriyle ve hiçbir şekilde Avrupa'yla sınırlı kalmayan talepleriyle uyumlu bir yaşam tarzına geçebilecek miyiz? Umur Talu'nun geçen gün sorduğu gibi, "Biz Avrupa'nın bizi nasıl gördüğünden bağımsız olarak, kendimizi nasıl tanımlayacağız, ne olmak istiyoruz?"


Yazara E-Posta: oulagay@milliyet.com.tr