Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Küresel krizi en kötü yöneten ülke hangisi?   Bu soruya cevap ararken hangi ülkenin krizden nasıl etkilendiğini gösteren temel göstergelere, örneğin ekonominin ne kadar küçüldüğüne, uğranan gelir kaybının büyüklüğüne, işsizliğin ne kadar arttığına bakmak yeterli değil. Bu temel göstergelere bakmak gerekli ama bunların ötesinde, her ülkenin krize girerken hangi durumda olduğuna da bakmak ve hükümetlerin krizi yönetmede gösterdiği başarıyı buna göre değerlendirmek gerekiyor.

Örnek ülke Türkiye
En ilginç örneklerden biri olarak Türkiye’nin durumunu ele alalım ve küresel krizin ağırlaştığı noktada Türkiye’nin ne durumda olduğunu hatırlayalım.
- Ekonomi yavaşlamakla birlikte büyümeye devam ediyordu.
- Banka sisteminin sermaye yapısı sağlamdı.
- Bankalarımız krize yol açan “toksik varlıklar”a hemen hiç bulaşmamıştı.
- Hane halkı uluslararası standartlara göre aşırı borçlanmış değildi.
- Ayrıca hane halkının elinde hatırı sayılır bir döviz birikimi vardı.
- Ülkede sorun yaratacak bir konut balonu oluşmamıştı.
- Ekonominin dış ticarete bağımlılık derecesi, bazı Asya ülkeleri gibi çok yüksek oranlara ulaşmamıştı.
- Bütçe disiplini kontrolden çıkmış değildi.
- Buna karşılık cari açık ürkütücü boyutlardaydı.
- Banka dışı kesimin dış borçları büyümekteydi.
- IMF ile görüşmeler mayıstan beri sürmekteydi.                             
Türkiye’nin küresel krizin kırılma noktasına bu koşullarda girmesinde, kriz öncesi dönemde ülkeyi ve ekonomiyi yönetmiş olanların önemli payı vardı kuşkusuz.

İmtihan sorusu
Sorulması gereken kritik soru da işte bu tablodan çıkıyor: Türkiye, krizin etkilerini en ağır biçimde hisseden ülkelerin, krize girerken yaşamakta olduğu sorunlardan çoğunu yaşamadığı halde, neden bu kadar ağır etkilendi krizden? Nasıl oldu da Türkiye ekonomisi bu yılın ilk çeyreğinde, krize çok daha ağır sorunlarla giren ülkelerin yaşadığı küçülmeden çok daha derin bir küçülme yaşadı? Türkiye, bankalarını ya da sigorta şirketlerini kurtarmak zorunda kalmadığı halde, bir konut balonu patlamasıyla karşılaşmadığı halde, bankalarımız dış kredilerini makul bir fireyle yenileyebildiği halde, TL’nin değer kaybı çok fazla olmadığı halde neden bu kadar derin bir küçülme yaşadı?


Başbakan’ın inadı % 13.8’i getirdi

Yüzde 13.8 küçülmeyi nasıl başardık

Yukarıda sorduğumuz imtihan sorusuna cevap ararken gözümüzü bir kez daha ülkeyi ve ekonomiyi yönetenlere çevirmemiz gerekiyor. Ülkeyi ve ekonomiyi yönetenler, krizi algılamakta ve yönetmekte böylesine büyük hatalar yapmasalardı Türkiye ekonomisi de böylesine derin bir küçülme yaşamazdı herhalde.
Bu hatalar zincirinde başrolü Başbakan Erdoğan oynadı. Ekim ayında yaptığı bir açıklamada “Kriz ülkemizi teğet geçecek” diyerek mizahçılara kriz boyunca kullanacakları mükemmel bir malzeme sağlayan Başbakan Erdoğan, krizin etkilerini küçümseyerek halka ve ekonominin aktörlerine moral aşılayabileceğini düşündü ama umduğu sonucu alamadı.
Başbakan, “Krizi en az biz hissedeceğiz” demeye devam ederken çoğu kimse krizin etkilerini hissetmeye başlamıştı bile. Küresel krizin reel sektördeki etkilerinin tırmanışa geçtiği noktada, 2008’in aralık ayı başında, “Krizin tepe noktasına ulaştığını ve inişe geçtiğini” ilan ederek tüm inandırıcılığını yitirdi Sayın Başbakan.
Sayın Başbakan’ın inandırıcılığını yitirdiği noktada, ekonominin yönetimine ağırlık koyacak ve piyasalara güven aşılayacak başka bir yetkili de bulunmadığı için, ekonominin aktörleri en kötü olasılığı düşünerek hareket etmeye başladı. Bankalar kendilerini güvenceye almak için kredi limitlerini düşürdüler, sanayici üretimi değil stok eritmeyi düşünmeye başladı, işsizlik tırmanırken hane halkı tüketimini sınırladı.
Bu arada dünya ticaretindeki şok daralmanın etkileri de ihracatçı firmaları ve sektörleri vurmaya başlamıştı. Krizin etkileri dalga dalga yayılırken, hükümetin halka ve ekonominin aktörlerine güven aşılayacak hiçbir adım atmaması durumu daha da ağırlaştırdı.


IMF ile anlaşma güveni artırırdı
Öte yandan IMF ile sürdürülmekte olan ilişkiler de bir türlü sonuçlandırılamıyor, Sayın Başbakan IMF’yi suçlayıcı açıklamalar yapmaktan büyük bir zevk alıyordu. Başbakan, 2009 yılında Türkiye ekonomisinin % 4 büyüyeceğini öngören hükümetin bu hayalini kabul etmeyen IMF’nin “ümüğümüzü sıkmak istediğini” söylüyor ve IMF’ye boyun eğmeyen lider rolünü oynuyordu.
Oysa IMF ile yapılacak bir anlaşma, Türkiye’ye krizin etkilerini hafifletecek bir miktar kaynak sağlamanın ötesinde, yaşanmakta olan güven bunalımını hafifletici bir etki yapma şansına sahipti. IMF ile yapılacak bir anlaşmanın olumsuz beklentileri değiştirmeye yardımcı olması mümkündü. Ancak Başbakan Erdoğan, yaklaşmakta olan yerel seçimleri de düşünerek, hükümetin harcama gücünü sınırlayacak ve “IMF’ye direnen lider” görüntüsünü bozacak bir adım atmak istemiyordu. 


Büyüme farklı yaklaşımla sağlanır
Hükümet IMF ile anlaşma yapmaktan kaçınarak kamu harcamalarını hızla artırma olanağını buldu ama bu % 13.8’lik küçülme şokunu önleyemedi. Çünkü kamunun ekonomideki payı sınırlı ve özel sektördeki yaygın güven bunalımını aşmadan ekonomiyi yeniden büyüme rayına oturtmak olanaksız. Ancak bunun önemi anlaşılır ve gerçekçi bir yaklaşımla özel sektöre güven aşılayacak adımlar atılırsa ekonomimizde derin çöküşten yavaş bir büyümeye geçişin koşulları yaratılabilir.