DÜNYANIN KENDi ETRAFINDA DÖNDÜĞÜNÜ ZANNEDENLER

Deniz Akkaya’dan öğrendiklerim: Kapalı bir kutuyla karşılaştığında açmaya çalış, üzerine uyduruk bir etiket yapıştırıp yola devam etme rahatlığına kanma

DÜNYANIN KENDi ETRAFINDA DÖNDÜĞÜNÜ ZANNEDENLER

O konu-şurken dikkatlice yüzünü incelemeye başlıyorum, gözlerinin kenarındaki olası bir kırışıklığın peşindeyim, “Dudakları çok mu şiş acaba?” diyorum. Serde kadınlık var ya illâ bir hata, bir eksiklik yani çirkin bir şey bulmalıyım. Derdim bu...
Meşhur estetik haberlerinin de etkisi büyük tabii. ‘Allah vergisi’ olmadığına inandığım güzelliğini sorguluyor, fark ettiğim her ‘eksi’de de 1-0 öne geçeceğimi zannediyorum, aptalca!
Deniz Akkaya’yla dün Pazar ekinde çıkan röportajımızın başlarında, aklımdan geçenlerin altyazısı olsa sanırım yukarıdaki gibi bir şeyler çıkardı ortaya.
Şimdi, yani aradan 48 saat geçtikten sonra filmi geriye sarıp gülüyorum. Kendime ve her daim koca harflerle söylediğim “Önyargı aptallıktır!” cümlesinin altında ezilişime.

Önyargılarınızı kırmayı deneyin
Evet, büyük aptallık ama ne yazık ki birçoğumuz hemen hemen her gün bir yerlerden duyduğumuz birtakım bilgilere(!) sırtımızı yaslayıp başkaları hakkında kararlar veriyoruz.
“O, çok estetik yaptırdı, hiçbir şeyi doğal değil”, “Televizyona çıkıp ağlamıştı, çok yapaydı!” ya da “Ünlü sevgilisini bilmem nerede tokatlamamış mıydı? Ne ayıp!” gibi...
Ben şanslıydım, küçük kafamın içinde kurduğum mahkemede mahkum ettiğim bu kadınla karşı karşıya oturup günün sonunda “Önyargı aptallıktır!”ın çok iyi bir dövme deseni olduğuna kanaat getirebildim.
Peki ya bu şansı yakalayamayanlar, hakkında karar verdikleri ama aslında hiç tanımadıkları insanlardan uzak, kendi komik gerçekliklerine inanarak yaşamını sürdürenler?

Sizler için üzgünüm, inanın!
Geçenlerde beni tanımayan bir meslektaşımın(!) hakkımda “Çok sinirli bir kız. Zaten o dövmelerden belli!” dediğini duydum. Bahsettiğim önyargı canavarı arkadaşın hakkımdaki tek kararı bu değil. Twitter’da ve burada hayvanlarla ilgili hikayeler paylaştığım ve onlara yardım etmek istediğim için de beni fazla ‘sıkıcı’ ve ‘çaresiz’ buluyormuş.
İtiraf edeyim önce kalbim kırıldı, üzüldüm. Cevap vermek, arayıp “Hayrola?” demek geçti içimden ama durdum. İyi ki de durmuşum.
Dönelim röportajımıza. Merak ediyorum; zamanında memlekette hemen hemen herkesin arkasından bir şeyler söyleme hakkını kendinde bulduğu biri olmak nasıl bir his? Akkaya insanlara kızgın mı? Ya da hiç çekip gitmek, “Yeter ulan” demek istememiş mi? İstemişse nasıl durmuş, sabretmiş?
Önündeki çaydan bir yudum alıp cevizli kurabiyeyi ağzına atıyor ve “İnsan, ilk başlarda herkesin onu sevmesini istiyor ama anlıyorsun ki bu imkansız. İnsanlar önyargıyla, etiketleyerek rahatlıyor. Bunu anladığın zaman boşveriyorsun” diyor. Haklı.
Bayılıyoruz etiketlemeye. Birileri hakkında hiçbir fikrimiz olmaması bizi ürkütüyor. Sinirli, sıkıcı ya da çaresiz olmalarını tercih ediyoruz.
Boş bir kutu düşünün sıkıca kapatılmış. Üzerinde hiçbir yazı yok, içinde ne olduğu ancak kutuyu açarsak yani emek sarf edersek anlayacağız. Ne yapıyoruz? Kutunun şeklinden, durduğu yerden ya da yapıldığı malzemeden yola çıkarak bir etiket üretiveriyoruz. Hop! Yapıştırdık mı da tamamdır. Rahatlıyoruz, tehlike uzaklaşıyor.
Çünkü tembel ve benciliz! Birini tanımak, anlamaya çalışmak, o kutunun içine ulaşabilmek için çabalayacak ne vaktimiz ne de sabrımız var!
En acısı da dünyanın bizim etrafımızda döndüğünü zannediyoruz, ‘çaresiz’ce!

Haberin Devamı