Doğum gününü ‘unutan’ insanlar vardır ya, bendeniz de 30’u devirdikten sonra onlara katıldım. Doğum günümü umursamıyorum artık ama bugün (dün) 34’e basarken sizden bir hediye istiyorum

SiZLERDEN iSTEDiĞiM...

Sıcak ama nemden evin içinde çıldırma noktasına gelmediğiniz, sessiz ama arada kuş cıvıltılarıyla bölünen bir pazar sabahı yaşıyorum İstanbul’da. Bugün benim doğum günüm. Annemin söylediğine göre, 1979’da da Temmuz’un 22’si bir pazar gününe denk gelmiş ve bendeniz aniden doğmaya karar vermişim. Daha bir hafta varmış ama beklemek istememişim. Nedense...
“Nedense” diyorum çünkü 15 yaşımdan beri birçok kez ‘geri dönmek’ istedim. Bir anneye sorulacak en can acıtıcı sorulardan olan: “Beni neden doğurdun?” ya da daha saçma versiyonuyla “Beni doğururken bana mı sordun?” şeklinde çıkışlarım çok oldu. Sizin anlayacağınız kadının burnundan getirdim.

Değişim, ‘onun’ gidişiyle geldi
Hayatla ‘Neden?’ sorusu üzerine kurulu mücadelem, 30 yaşıma kadar sürdü. 18 yaşına gelince dünyanın bir anda değişeceğini zannederiz ya işte o ‘değişim’ 30’unda buldu beni. Duruldum, sakinleştim, kabullendim, affettim ve barıştım... Hayatla, canımı yakan her şey ve herkesle en çok da kendimle...

Kolay olmadı tabii bu ‘barışma’ faslı. Bir bedel ödemek gerekiyordu illâ ve ben de en ağır bedellerden birini ödedim: En yakın arkadaşımı kaybettim! Birlikte büyüdüğüm daha doğrusu kendisi hep benden daha olgun olduğu için benim ‘büyümeme’ yardım eden, sabırla izleyen, yol gösteren dostumu yolcu ettiğimde 30’a yeni gelmiştim sanırım.

Hani bazı insanlar vardır, her gün telefonla konuşmasanız da, hatta aylar boyunca sesini hiç duymasanız da, bir seslenmenizle her şeyi ardında bırakıp yanınıza geleceğini bilirsiniz. O da öyleydi... Ben, kendimi işe kaptırmış başka hiçbir şeyi umursamıyordum. Oysa yeni baba olmuştu ve aklı fikri kızındaydı. Her sene doğum günlerinde tekrarlanan geleneksel telefon konuşmaları dışında görüşmez olmuştuk. Farklı şehirlerde oturmanın da payı büyük tabii. O Bursa’da bir hayat kurmuş bense İstanbul’da kurmaya çalışıyordum. Ama içten içe her şey yoluna girdiğinde, o hayalindeki evi satın aldığında ya da ben hayalimdeki yazıları yazmaya başladığımda yine bir araya geleceğimize inanıyorduk. “Zamanımız var” diyorduk birbirimize, “Nasıl olsa arayı kapatırız”

Arayı kapatamadık
Gitti ve gidişiyle bana bir şey daha öğretti: Plan yapmanın çok mühim ama bir o kadar da saçma olduğunu ve hayatta mümkün olduğu kadar az ‘keşke’ye sahip olmak gerektiğini... O yüzden doğum günü kutlamıyorum. (İnkar edemem: Telefonda onun sesini duyamayacak olmamın da etkisi büyük tabii) Bugünü yine her gün gibi geçireceğim. “Deliye her gün bayram” derler ya, bana da o gittiğinden beri her gün doğum günü.

Uzun lafın kısası sevgili okuyucu, bugün benim için bir şey yapmanızı istiyorum. Adına doğum günü hediyesi diyelim. Alın elinize kağıt kalemi ve bir ‘keşke listesi’ hazırlayın. Bol bol “Keşke ne hissettiğimi söyleseydim”, “Keşke ‘ona’ inansaydım”, “Keşke o gün oraya gitseydim”, “Keşke o telefonu açsaydım” ve “Keşke verdiğim sözü tutsaydım”larla dolu bir listeniz olacak, eminim.
Sonra durun bir zahmet, derin bir nefes alıp kalemle cümlelerinizin üzerini çizmeye başlayın. Çekinmeyin! İnanın, keşke’lerinizi serbest bıraktıkça, listenin uzamasına izin vermeyeceğinize dair kendinize söz verdikçe hafifleyecek ve büyüyeceksiniz. Ve bu, şüphesiz aldığım en güzel hediye olacak. Teşekkürler..

Haberin Devamı