Yazarlar Prenses denizciye kaçmış...

Prenses denizciye kaçmış...

23.07.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Prenses denizciye kaçmış...

Prenses denizciye kaçmış...


       "Mal rejimi, eşlerden birinin ölümü, diğer bir mal rejiminin kabul edilmesi veya eşlerden biri hakkında iflasın açılmasıyla son bulur. Mahkemece evliliğin iptal veya boşanma sebebiyle sona erdirilmesine veya mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hallerinde, mal rejimi dava tarihinden geçerli olmak üzere sona erer."
       Medeni Kanun Tasarısı Madde 271

       Oh! Pek de iyi etmiş. Hayat bize verilmiş bir armağan gibi... Babanızın önde giden spermi o kadar koşamamış olsa ya da yarı yolda tökezlese, siz olmayacaktınız bile. Evet, sperm önde geldi ve biz olduk da, yarın yaşıyor olacağımızın garantisi var mı?
       Onun için çevremizdeki hayatı iyileştirmeye çabalarken, kendimiz de en güzelini, en keyiflisini yaşamak için uğraşmalıyız... Bunun ilk kuralı da istediklerimizi rahatça yapabilmek... Mesela bulduğumuz aşkı dolu dolu yaşamak.
       Evet... Tamam... Aşkın sürekli olmadığını biliyoruz, bir süre sonra bitiyor ya da boyut değiştiriyor ki bu da zaten bir bitiş. Ama o aşk denen şeyi yaşarken hissettiğin her an, sanırım dünyanın en zevkli anı... Sıcak kumlardan serin sulara atlar gibi!.. Doyulmaz.. Bir dokunuş, bir öpüş, nerede, nasıl olursa olsun, birlikte olma isteği, aşkla sevişmenin dayanılmaz zevki...
       O yüzden Bahreynli prenses pek iyi etmiş. Ne macera... Çavuş Johnson, prenses sevgilisine asker elbisesi giydirip, Amerika'ya sokmuş... ABD'de haklarında dava açılmış, Johnson'un rütbesi de çavuşluktan erliğe düşürülmüş... Ama evlenmişler... Geçecek elbette, bu coşku da geçecek. Ama onların yaşadıkları yanlarına kAr kalacak...
       İnsan bu coşkularla, tutkularla beslenir, büyür... Geçse bile ileride şöyle bir gözünü kapayıp düşündüğü zaman yanında gülümseyerek hatırladığı anılarının kaldığını anlar, yeniden mutlu olur. Mıymıntı mıymıntı oturup, istediklerini yaşamaktan korkmak insanı mutsuz eder.
       Biliyorum çünkü ben de yaşadım böyle şeyler... Asker kıyafeti giyip, bir er tarafından kaçırılmadım ama benzer heyecanlar yaşadım işte... Evet o aşklar bitti ama ben varım... Geçmişini hep gülümseyerek hatırlayan bir ben...

       Ayvalık için... Lütfen
       Daha önce de yazmıştım, grafik tasarımcısı, ressam Demet Sağlam, Ayvalık için bir "uluslararası sanat pazarı" düzenlemeye kalkıştı. Eski eser statüsündeki zeytinyağı deposunu restore etti ve kültür hizmetlerinde kullanılmak üzere Ayvalıklılar'ın hizmetine sundu. Şimdi de burada 13 - 15 Ağustos tarihlerinde bir sanat pazarı düzenliyor. Bu ilk sanat pazarının konusu Ay YILDIZ. Fransa, İtalya, Tayvan ve Türkiye'den katılan ünlü sanatçılar diğer eserlerinin yanı sıra bir de ay yıldız yorumuyla katılıyorlar. Festival sırasında bu sanatçılar workshop da yapacaklar. Yani onların çalışmalarını canlı olarak da görebileceğiz ve eserlerini satın alabileceğiz. Ayvalıklı üç ev kadını da zeytinyağlı sebze yemekleri, deniz ürünleri ve tatlılarıyla bu şenliğe katılacaklar...
       Demet Sağlam, deliler gibi koşturuyor. Kültür Bakanlığı'ndan beş milyar lira yardım almış. Kamil Koç ise şenliğin ulaşım sponsoru olarak Demet'e büyük bir katkıda bulunmuş... Ancak bu fesitvalin sağlıklı yürüyebilmesi için Demet'in 10 milyara ihtiyacı var... Gelen sanatçıların otel, yemek ve yol masraflarını karşılamak için...
       Her gün Demet'i arayıp soruyorum, "Hiç mi Ayvalıklı çıkmadı sana yardım edecek" diye... Henüz yok.
       Buna inanamıyorum. Demet'in yaptığı harika birşey... Ayvalık için tek başına koşturuyor. Çin'in en ünlü Koji Seramikleri sanatçısını bile Türkiye'ye getiriyor, Ayvalıklılar'dan tık yok...
       Buradan Kültür ve Turizm Bakanları'na, Balıkesir Valisi'ne, Belediye Başkanları'na, tüm Egelilere sesleniyorum... Demet'e bir 10 milyarcık buluverin n'olur... Şu şenliği bir görün, bir dahaki yıllarda zaten kendiniz koşturacaksınız yardım diye...

       "Onu işten atın..."
       Fehmi Köfteoğlu 26 yıllık gazeteci, şu anda Dünya Gazetesi'nde "Bu Açıdan" köşesinde turizm yazıları yazıyor, turizm yayıncılığı yapan Ekin Yazım Merkezi'nde süreli yayınlar editörlüğü ve internette günlük yayınlanan turizmgazetesi.com'un yayın yönetmenliğini yapıyor. Köfteoğlu, 99 yılının aralık ayına kadar da TÜRSAB'a danışmanlık yapıyordu. Ancak Başaran Ulusoy yönetime gelince bu görevinden ayrılıyor. İşten ayrıldığında, maaş ve ikramiye alacağı ile kurum adına cebinden yaptığı harcamaları kendisine ödenmeyince yasal yollara başvurarak, TÜRSAB'ı icraya veriyor. Bunun üzerine Başaran Ulusoy, Ekin Yazım Merkezi'nin ortaklarından Halim Bulutoğlu'nu arayarak, "O adam beni icraya verdi, onu hemen işten atacaksın, pazartesi gününe kadar süre veriyorum, yoksa seninle olan bütün işbirliğimizi keserim" diyor. Bulutoğlu, böyle bir talebi ahlaki bulmadığını belirterek bu öneriyi reddediyor.
       29 Haziran günü ise Otelciler Derneği Başkanı Sinan Babila Ekin Yazım Merkezi'nin diğer ortağı Gündüz Mutluay'ı arayıp, Ulusoy'un talebine uyulmaması halinde görüşmelerin kesileceğini söylüyor.
       Ve 30 Haziran günü TÜRSAB ve TUROB Başkanları Başaran Ulusoy ve Sinan Balila imzasıyla "Ekin Yazım Merkezi ile olan bütün ilişki ve işbirliğimizi kestik" şeklinde bir faks geçiliyor. Bunu "TÜRSAB'dan çok önemli duyuru" başlığı ile firmalara çekilen faks izliyor. Bu durum gazete ilanlarına kadar duyurulup Ekin'in ticari faaliyetlerine zarar verici boyutlara getiriliyor.
       Fehmi Köfteoğlu diyor ki: "İcraya konu olan alacak, kumar alacağı, rüşvet ya da haraç değil, bir basın mensubunun emeğin karşılığı ve kurum için cebinden harcadığı paradır. İşler öyle hale gelmiş ki kurumlar birbirleriyle ilişki ve işbirliğini, çalışanın işten atılması koşuluna bağlayabiliyor. Ve bütün bunlar 2000 yılında çok sorunu olduğu söylenen turizm sektöründe tek uğraş konusu olabiliyor. Bu olayda, çalışılan yer, sahip ve yöneticilerinin örnek tavrı sonucu işimden olmadım ama herkes benim kadar şanslı olmayabilir."
       TÜRSAB VE TUROB'un verecekleri cevap var mı bilemiyorum. Ama eğer verecek cevapları yoksa onlara söylenecek son sözü, okurlarıma bırakıyorum...

       Vuralım iyi şeylere 2
       Geçen hafta İKSV'nın mühürlenen kültür sitesinden söz ederken "vuralım iyi şeylere" diye yazmıştım... Vuracağız tabi... O iyi şeyleri yapanların arkasında atmaca gibi "iyi şeyleri yapamayıp, koltuk sefası sürmek isteyenler" bekliyor. O gidecek ki öteki gelecek, kendi işe yaramaz kadrosunu yerleştirecek, sonra işler kötü giderse kimin umurunda...
       İstanbul Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Yekta Kara, Lirik Tarih gösterisi için "devletin elemanları"nı kullanmış... Bunun üzerinden gelir elde etmiş... Kara, şimdi konuşamıyor, kendini savunamıyor... Çünkü o bir köle, o bir devlet memuru. Ama öteki devlet memurları car car konuşuyor ve Kara'yı mağdur etmeye çalışıyor.
       Devletin memuru konuşamaz, ek iş yapamaz, ek para kazanamaz... Ama devletin memuruna en düşük paralar verilir, gıkını çıkartamaz... Şu Lirik Tarih meselesinde eleştirilecek bir şey varsa o da devletin memuruna yapılan ek işe az para verilmesidir. Eğer para az bulunuyorsa, devlet memurunu korumalı, Kara'ya demeli ki, "üç lira vereceğine on lira ver, onların hakkı bu."
       Yekta Kara operayı sevdirdi, koltukları doldurdu, yurt dışında operamıza itibar kazandırdı. Zaten onu karalamaya çalışanlar da bunu böyle söylüyor... Diyorlar ki, "evet o çok başarılı... Ama bizim memurlarımızı kullandı ve kendine gelir sağladı..."
       Sonra bir imzasız mektup furyası başladı... Devlet memuru ya, imza da atamıyor demek ki... Bizim memlekette açık açık konuşmak diye bir durum söz konusu değil... İlle arkasından iş çevireceksin.
       Şimdi bu gerçekten başarılı insanı yerinden edecekler, sonra oraya "öz hakiki bir devlet memuru" getirecekler ve Devlet Opera ve Balesi'ni mahfedecekler. Neymiş, Yekta Kara para kazanmış..
       Eğer bu memlekette bir Kültür Bakanı varsa, mutlaka Yekta Kara gerçeğini farkeder...


Yazara E-Posta: dasena@milliyet.com.tr