Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

AİHM’in istatistiklerine göre, bekleyen dava sayısı 143 bin 350. Bir yıl öncesine göreli olarak görülecek dava sayısında yüzde 30 artış var. Sadece son bir ay içinde dava sayısı yüzde 3 artmış.
Bekleyen davalar açısından en büyük payın dört devlete ait olduğu görülüyor. Yüzde 28.9’u Rusya’ya, yüzde 10.9’u Türkiye’ye, yüzde 8.6’sı Romanya’ya, yüzde 7.5’i Ukrayna’ya ait. Bunlara AİHM’de “dört büyükler” deniyor. Ondan sonra İtalya, Polonya, Bulgaristan, Sırbistan, Slovenya geliyor.
Sözleşme’yi 2010 yılında en fazla ihlal eden devletler arasında ise, Türkiye yüzde 18.55’lik oranla birinci. Onu Rusya yüzde 14.48, Romanya yüzde 9.54, Ukrayna yüzde 7.27 oranlarla izliyor.
AİHM’nin verimliliği her geçen yıl artıyor. Ancak, 14 Protokol’ün yürürlüğe girmesiyle gerçekleştirilen reformların ve verimlilik artışının, her yıl çığ gibi büyüyen dava yükünü karşılamakta yetersiz kaldığı açık. O nedenle yeni reformlara gereksinim var. Nisan ayında İzmir’de yapılacak toplantı bu bakımdan önemli. İzmir’de alınacak kararlar yeni reformlara yol açabilir.
AİHM ile Türkiye’deki yargının durumu arasında paralellik kurulabilir. Her iki yargı da iş yükü altında eziliyor. Her iki yargı da reform arayışları içinde. Ancak, aradaki fark, AİHM reformları, Türkiye’nin başkanlığını yaptığı Bakanlar Komitesi ile AİHM arasında diyalogla gerçekleştiriliyor. İzmir toplantısına da, AİHM Başkanı ile Bakanlar Komitesi Başkanı olan Türk Dişişleri Bakanı katılacaklar, görüş alışverişinde bulunacaklar. Türkiye’nin reformlar için AİHM ile kurduğu danışma sürecini, kendi yargı reformunda uygulamaması çarpıcı bir çelişki yaratıyor.
Türkiye ile ilgili istatistikler, 2010 yılında en fazla ihlal kararının tutuklamalarla ilgili olduğunu gösteriyor (80 karar). Ondan sonra adil yargılama (42) ve mülkiyet hakkı (30) geliyor. İşkence ve kötü muameleden 32, görevliler hakkında etkili soruşturma yapılmamasından doğan 24 ihlal kararı, Rusya dışında hiçbir ülkede görülmüyor.
Türk davalarının bir özelliği yapısal bozukluklardan kaynaklanması. Bu nedenle ihlallerin sistematik ve yaygın bir nitelik taşıması, birbirine benzer çok sayıda ihlal kararı çıkması. Başka bir özelliği de bozukluğun nereden kaynaklandığının açık olmasına karşın, hükümetin, düzeltici önlemler almaması ve bunun sonucunda yüksek miktarlarda tazminat ödemesi.
Örneğin, AİHM pek çok kararında, Türkiye’de tutuklamalarla ilgili sistematik ve yaygın bir sorun olduğunu, bunun yasadan ve yargının işleyişinden kaynaklandığını, Türk hükümetinin sorunu çözecek önlemler alması gerektiğini belirtti. Türkiye önlem olarak, tutuklamayı 10 yıl ile sınırlayan, AİHM tarafından kabul edilmesi olanaksız bir yasa çıkarttı. Bunun yerine, Adalet Bakanlığı tutuklamalarla ilgili ihlal kararlarını Türkçeye çevirip yargıçlara gönderse, “Anayasa’nın 90 maddesi gereğince, bu kararlardaki ölçütlere uymak zorunluluğu bulunmakta. Uyulmazsa, AİHM kararları sonucu ödediğimiz tazminatlar için tutuklama ve tutuklamanın sürdürülmesi kararını veren yargıca rucu edeceğiz” diye bir genelge yayınlasa ve AİHM’nin ihlal kararları yargıçların sicil notunun düzenlenmesinde dikkate alınsa, daha etkili bir önlem olur.
Aynı şekilde, mülkiyet davalarında da yapısal sorunlar olduğunu, Yetiş/Türkiye (2010) kararından anlıyoruz. AİHM, buna benzer 200 davanın bulunduğuna işaret ederek, hükümetten, bu durumu düzeltecek önlemler almasını istiyor.
Öte yandan, işkence ve kötü muameleden ve bundan sorumlu görevliler hakkında etkili soruşturma yapılmamasından kaynaklanan ihlal kararları sayısının yüksekliği, Türkiye’de işkence ve kötü muamelenin sürdüğünü ve bunu yapan görevlilerin korunması gibi bir uygulamann bulunduğunu gösteriyor.
Türkiye ile ilgili istatistikler ve AİHM kararlarında yer alan ifadeler, yargının ve güvenlik güçlerinin AİHM ilkeleriyle uyum içinde olmadığını, bundan doğan sorunların sistematik bir nitelik taşıdığını, hükümetin de uyum sağlamak için gereken çabayı göstermediğini ortaya koyuyor.
Türkiye’nin insan hakları karnesi böyle. “İleri demokrasi”lerin insan hakları karnesine hiç benzemiyor.