Yazarlar Sahneden ateş parçası geçti...

Sahneden ateş parçası geçti...

20.07.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Sahneden ateş parçası geçti...

Sahneden ateş parçası geçti...


       7. Uluslararası Caz Festivali, müzikseverlere unutulmaz anlar yaşatarak sona erdi.
       İstanbul kentini dünya metropolleri arasında en üst düzeylere taşıyan; İstanbul’un binbir özelliğine, yeni nitelikler, eşsiz tatlar katan; özgünlüğümüzü, kendi yaratıcılığımızı dünya platformunda sınama olanağı veren; kültürlerarası ilişkileri ve iletişimi güçlendiren bu festivaller için İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’na ne kadar teşekkür etsek azdır. Dileğim, İstanbul kentinin sonsuz bir gereksinimi olan, yılların çabasıyla yükselmeye başlayan ancak inşaatı durdurulan 2500 kişilik İstanbul Kongre ve Kültür Merkezi’nin önündeki engellerin kaldırılması. İstanbul’a su gibi, ekmek gibi elzem olan bu merkezin kişisel çekişmelere alet edilmemesi...
       Caz Festivali sona erdi ama, festivalin son günlerinde Ute Lemper konserinin içimde estirdiği fırtına bir türlü dinmek bilmedi.
       Ute Lemper usta bir oyuncu, on bin kişilik bir dinleyici kitlesine konser verebilen usta bir şarkıcı... Ama onu tüm öteki usta oyunculardan ve usta şarkıcılardan çok farklı kılan bir özelliği var: Sahnede var olma biçimi...
       Ute Lemper konserinde, Lütfi Kırdar Salonu’nun sahnesine sanki bir ateş parçası, bir kıvılcım, bir ateş topu düşmüştü. Ve bu ateş topu salondaki her dinleyiciyle tek tek ilişki kuruyordu. Uzun ince bedenini tümüyle örten siyah upuzun pardösüsünün içinde önce yalnız yüzüyle ve elleriyle şarkı söylüyor gibiydi. Hayır şarkı söylemiyor onları yorumluyordu. Daha doğrusu kendi sözlerini savuruyor ya da kulağımıza fısıldıyordu. Pardösüyü fırlatıp atıp bedenini saran kırmızı elbisesiyle kaldığında, kızıla dönüşen yalnız bedeni değil, sesi de oldu...
       Beş yıl önce onu Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde izlediğimizde, Kurt Weill’ın müziği, Brecht’in sözleriyle büyülemişti bizi. Bu kez sesini günümüz sanatçılarının (Philip Glass, Elvis Costello, Tom Waits, Nick Cave) bestelerinin rengine bürümüştü. Ama elbet Weill ve Brell’den de nasibimizi aldık.
       “Mahogonyöde ve “Üç Kuruşluk Operaöda bir tekme savuruşu vardı ki, savrulan bacak mı, ses mi, yoksa “kara paraöya vurulan darbe mi anlamadım. Haksız kazanca böylesi erotik bir şamar bugüne dek hayatta görmemiştim!
       Bob Fosse, çağımız müzikallerine koreografileriyle imzasını atmış sanatçı, yaşasaydı ve Ute Lemper’i izleseydi müthiş keyiflenecekti. New York’ta “Chicago" müzikalinde “Fosse usulü dans" çalıştığını belirtip, sanatçının unutulmaz filmi “All that Jazzöle yalnız bedenini, bedeninin her zerresini değil, sesini de “uçurdu". Neredeyse doğaçlama yaparak ses yelpazesinin, beden yelpazesinin sınır tanımayan açılımlarını ortaya döktü...
       “Streets of Berlin" ve “Dance on Volcanoöda bizi yeraltı dünyalarına götürüp, birbiri ardından eleştirilerini patlattı... Programa adını veren “Punishing Kissöde, yeryüzü “vampirlerinin" en güzeliydi!
       Şarkılar boyunca vampların en asili ve asillerin en vampıydı!
       “Surabaya Johnyöyi yeryüzünün en sessiz fısıltısıyla söyledi. Sevdiği Johny’ye “domuz herif" diye küfür ederken aşkın tarifini yapıyordu. Tepeden tırnağa aşka bürünmüştü. Brell’in “Amsterdam"ında bir dinamit, patlayan bir volkan, “Ne me Quitte Pas" da ise acının sesi, yakarışın rengiydi.
       İzleyiciyle kurduğu diyalog olağanüstüydü. Sahneden aşağı atladığı gibi, Şakir Eczacıbaşı’nın sopasını kapıp, bir iki “kabare" numarası yapıyor; salonda cep telefonu çaldı mı, şarkı sözünü değiştirip, telefona cevap veriyor; genç bir başka izleyiciyi (üstelik yeryüzünün en isteksiz, yerinden kıpırdamamaya neredeyse ant içmiş birini) konserine katıyor, şarkılar arasında akıllı, zeki, esprili sözlerle herkesi avucunun içine alıyordu. “Ne sandınız, Almanlar yalnız diktatör mü olur, işte bazen böyle çılgın da olur" diyerek, yaptığı bir espriden sonra “belki salonda Alman ya da İsviçreli vardır... Şaka, şaka, bu söylediğim şakaydı" diyerek kendisiyle de dalga geçebiliyordu...
       Beni en çok sarsan, beş yıl önce izlediğimde “mükemmelöi yakalamış bir sanatçının, kendini bunca değiştirebilmesi, geliştirebilmesi ve yenilemesiydi... Yıllardır başarılı olmuş, başarıyı garantilemiş, kendini hiç mi hiç yenilemeye kalkmayan, böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmeyen, buna gereksinim duymayan sanatçılar için alınacak müthiş bir dersti Ute Lemper konseri.

Yazara E-Posta: zoral@milliyet.com.tr