Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sami KOHEN

TÜRKİYE - AB ilişkilerinde öteden beri süregelen karşılıklı bir yakınma var: Onlar bizden insan hakları, Kürt sorunu, Türk - Yunan uyuşmazlığı ve Kıbrıs meselesinde, yeterli iyiniyeti ve gayreti göstermediğimizi öne sürerler ve bu nedenle Türkiye'nin üyelik sürecine giremeyeceğini belirtirler. Biz ise bu alanlarda, sorunların nereden kaynaklandığını anlatmaya çalışarak, elimizden geldiğini yaptığımızı söyler, diğer adaylar arasında yer almamız gerektiğini savunuruz...
Bu argümanlar yıllardır karşılıklı olarak tekrarlanır. Ne var ki, bu ana kadar sonucu belirleyecek bir ilerleme kaydedilmiş değil. İşte, hafta sonu Lüksemburg'da düzenlenen AB Dişleri bakanları toplantısı, bunun son örneği.
AB Komisyonu Başkanı dahil, birçok yetkililerin ve bazı üye ülkelerin Dışişleri bakanlarının bu toplantıda söyledikleri, daha önceki beyanların adeta fotokopisi.
Nitekim AB yetkilileri bu kez de örneğin, insan hakları veya Türk - Yunan anlaşmazlığı veya Kıbrıs meselesinde Türkiye'nin olumlu adımlar atmadığını öne sürdüler.
Üyelik konusunda Türkiye'nin önüne konan engellerin tek sebebi bu mu?
AB yetkilileri ve her biri kendi çıkarlarına göre ayrı telden çalan üyeleri, ellerini vicdanlarına koyup, sağduyu ile bir düşünsünler bakalım...
* * *
İNSAN hakları konusunda Türkiye'nin hataları, yetersizlikleri var tabii.
Ne yazık ki bunun son örnekleri gözlerin önünde duruyor. Bu olaylar içerde ne kadar tartışmalı olursa olsun, dışarıya yansıyan yönü ile, Türkiye'nin imajını zedeliyor.
Türk kamuoyunun önemli bir kesimi gibi, şimdiki hükümet de bunun bilincinde. Başbakan Yılmaz ve diğer hükümet üyeleri, insan hakları ve demokratikleşme yönünde ciddi adımların atılması gereğini her fırsatta vurguluyor.
Bu gerçeği görmek ve değişikliği savunmak, yolun yarısını katetmek demek. Ama bu kafi değil. Yılmaz hükümetinin öncelikli görevi eleştirdiği yasaları ve uygulamaları hızla değiştirmek olmalıdır. İnsan haklarının ihlali konusunda görülen en ufak bir davranış karşısında bugünkü hükümetten ve onu oluşturan partilerden beklenen şey, net bir tavır ortaya koyması ve etkin önlemler almasıdır.
Açıkçası `yargı bağımsızdır' veya `bizdeki yasalar böyledir' gibi argümanlar inandırıcı olmuyor artık. Ne Türk kamuoyu, ne dünya bu tür yanıtları tatmin edici bulmuyor.
AB ile ilişkilerde bu konu, kabul etmeli ki, hala Türkiye'nin zaafını oluşturuyor. Ancak, Avrupalı dostlar da, bu alanda her şeye rağmen Türkiye'de bir bilinçlenme olduğunu, eskisine oranla epey mesafe katedildiğini ve bu ilerleyişin artık hızlanacağını anlamalıdır. Bir de AB'ye bazı üyelerin (örneğin Yunanistan'ın ve İspanya'nın) alındığı dönemde, demokrasi sicillerinin pek mükemmel olmadığını da hatırlamalıdır. O zaman, onlara bir "şans tanımak"tan söz ediliyordu. Bu şans şimdi Türkiye'ye neden tanınmıyor?
* * *
GELELİM Türk - Yunan anlaşmazlıklarına ve Kıbrıs meselesine.
Lüksemburg'da söylenenlere bakıyoruz: Sanki bütün bu sorunların tek sorumlusu Türkiye! Bu sorunların çözümünde sadece Türkiye'nin çaba harcaması bekleniyor. Son gerginliğin tüm suçu Türkiye'ye yükleniyor. Ve bu yüzden Türkiye'nin belirlenen kriterlere uymadığı ve dolayısı ile şu sırada diğer adaylar arasında yer alamayacağı öne sürülüyor.
Ne büyük haksızlık! Yunanistan'la hep diyalog isteyen kim? Kaçan taraf hangisi? Ege'de denizde ve havada tahrikleri başlatan kim?
Olayları başlatanı veya kışkırtanı görmeyip, karşılık vereni suçlamak ve onu cezalandırmaya kalkışmak doğru mu?
Kıbrıs'ta da durumu bugünkü noktaya getiren kim? Füze krizini
(ki Batı da bundan rahatsız) yaratan kim?
AB Güney Kıbrıs'ın üyeliğini garantilemekle, bu meseleyi daha da çözülmez hale getirdiğinin farkında değil mi? Yunanistan'ın AB üyesi olması - Türkiye'nin olmaması - Topluluğun, çifte standard uygulamasında etken olmuyor mu?
Avrupalı dostlar eğri oturup doğru düşünsünler artık...



Yazara Email S.Kohen@milliyet.com.tr