Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

AB Komisyonu’nun İlerleme Raporu, Türkiye’nin üyelik perspektifine şu sırada nasıl baktığının daha net ortaya çıkması için bir vesile oldu.
Özetle, Türkiye bu uzun ve bıktırıcı süreçte artık “olsa da olur, olmasa da” noktasına gelmiş bulunuyor. AB üyeliği eskisi gibi ne kamuoyunun ne de hükümetin gündeminde. Artık geçmişteki AB heyecanı ve hevesi yok. O kadar yok ki, bu yılki İlerleme Raporu’na dahi fazla ilgi gösterilmedi. Oysa eskiden bu raporlar günlerce tartışılırdı.
Bu kez Dışişleri Bakanlığı, Rapor’un “ilerlemeden ziyade beklentiler ve eksiklikler üzerinde” yoğunlaşmasından yakındı.
Aslında bu Rapor, bundan öncekilere göre, Türkiye açısından çok daha olumlu. Unutmayalım ki bu tür raporlar, AB prizmasından olup bitenlerin bir fotoğrafını çekiyor. Demokratikleşme yolundaki ilerlemeler, (örneğin ordu üzerinde sivil denetim kurulması, yeni Anayasa için çalışmaların başlaması) bu resmin bir parçası. Diğer yanı ise, basın ve ifade özgürlüğündeki kısıtlamalar, tutuklamalar, yargı sistemindeki aksaklıklarla ilgili.
Bunlar Türkiye’de bilinen ve tartışılan hususlar. Bunun içinde kaydedilen ilerlemeler de var, gerçekleşmeyen beklentiler de...

Rapor “ne yazar”?
Ama bizce asıl önemli olan, bu tespitlerin kıymeti harbiyesi, yani pratik değeridir.
Açıkçası İlerleme Raporu her yanı ile “mükemmel” olursa, AB Türkiye’nin üyeliğini hemen kabul edecek mi?
Halen Sarkozy’nin, Merkel’in veya diğer muhaliflerin Türkiye’nin üyeliğine itiraz etmelerine neden olan, İlerleme Raporu’nda yer alan eksiklikler veya yetersizlikler mi, yoksa başka duygu ve düşünceler mi?
Esas sebepleri bilmeyen yok. Sonuçta AB ile katılım müzakereleri sürecinin “hiçbir ilerleme” kaydetmemesi ve tamamen tıkanması, bu ülkelerin olumsuz tutumundan kaynaklanıyor. Türkiye’nin AB hevesini ve heyecanını sarsan, kamuoyunda ve resmi çevrelerde bıkkınlık yaratan da budur.
Türkiye’de AB konusundaki isteksizliği körükleyen diğer bir faktör de ülkede giderek güçlenen özgüvendir. Türkiye’nin ekonomideki yükselişi, bölgesel bir güç olarak dış politikadaki performansı, “Türkiye’nin AB’ye olan ihtiyacının, AB’nin Türkiye’ye olan ihtiyacının altında kaldığı” kanısını güçlendiriyor.
Bu arada AB’nin gerek ekonomik, gerekse siyasal alanda geçirdiği kriz, bazı çevrelerde AB’nin geleceği ve ona üyeliğin yararı hakkında şüpheler yaratıyor. Hatta kimileri, AB’nin ekonomik çöküntü aşamasına girdiğini ve dağılma noktasına gelebildiğini düşünüyor ve ‘bu Birlikten bize hayır gelmez’ sonucunu çıkarıyor.
Kuşkusuz AB’nin şimdi karşılaştığı sıkıntılara bakıp birliğin çökeceğini düşünmek yanlış. Avrupa bu konjonktürel sarsıntıları aşacak potansiyel ve yeteneğe sahiptir. Biraz zaman alabilir, ama AB toparlamayı başaracaktır.

Vizyon sürüyor mu?
Türkiye için önemli olan, dış politikasında AB’yi nereye yerleştirdiğidir. AB ile bütünleşme Ankara’nın öncelikli hedefi olarak duruyor mu? Bu yöndeki vizyonu devam ediyor mu?
Son zamanlarda Türk diplomasisi bütün ağırlığını Ortadoğu’da aktif bir rol oynamaya, Afrika ve Asya’ya açılmaya vermiştir. Bu da, Avrupa ile ilişkilerin ikinci plana düştüğü izlenimini yaratmıştır.
Ankara’da resmi ağızlar her şeye rağmen Türkiye’nin yeni çok boyutlu dış politikasında AB’nin gene öncelikli yerini koruduğunu vurguluyorlar.
Bunun öyle olması için pek çok neden var. Ancak bu yönde “ilerleme” kaydedilmesi için, iki tarafın da aynı derecede istek ve iradesini -sadece sözle değil, eylemle de- göstermesi gerek...