Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yorum Hafta başında dışişleri bakanlarının kabul ettiği sonuç bildirgesi bugün Brüksel'de liderler düzeyindeki toplantıya sunulacak. Gelen haberler, bu metnin Türkiye bölümünün olduğu gibi onaylanacağı yönünde...Doğrusu liderlerin, daha önce bakanların "al-ver" temelinde uzlaşarak formüle ettikleri sonuç bildirgesindeki (onlara göre "dengeli") ifadeler üzerinde oynayacak halleri yok. Özellikle AB anayasasının yerini alacak olan "Lizbon Antlaşması"nın imzalandığı bir aşamada...Dolayısıyla bu yıl da, Türkiye-AB ilişkileri açısından, Türkiye'de düş kırıklığı yaratan, ama pratikte müzakere sürecinin devamına imkân veren bir şekilde sona eriyor.2008'de bu sürecin daha müsait şartlarla devam edebileceği konusunda da iyimser olmak zor. Çünkü gelecek yılın ikinci bölümünde (hazirandan sonra), AB'nin dönem başkanlığına Fransa gelecek. Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin o zamana kadar Türkiye'nin AB üyeliğiyle ilgili tutumunda bir değişiklik olması ihtimali de zayıf görünüyor. SON iki günkü yazılarımızda, AB dışişleri bakanlarının Türkiye ile "katılım müzakereleri" ve "tam üyelik hedefi" konusunda aldığı olumsuz tavrı irdelemeye çalıştık. Türkiye-AB ilişkilerinde varılan nokta ve hele son zamanlarda AB'nin Türkiye'de rahatsızlık yaratan davranışlarında Fransa'nın ve onun safında yer alan bazı üye ülkelerin büyük paye olduğunu dün de yazdık.Ama kabul etmeli ki, bunda Türkiye'nin de bazı hataları ve yetersizlikleri de rol oynadı.Gerçekten 2007, Türkiye'de AB'ye (sadece kamuoyunda değil resmi politikalarda da) ilginin, heyecanın ve hareketliliğin zayıfladığı bir yıl oldu. Sebepleri malum: İçte, seçimler, siyasal krizler, değişen öncelikler... Dışta, AB'nin ve özellikle Fransa, Almanya gibi ülkelerin Türkiye konusunda sergiledikleri tavır, yarattıkları düş kırıklıkları ve bazen öfke...Nedenleri ne olursa olsun, gerçek şu ki, Türkiye pratikte AB'den adeta soğumuş ve uzaklaşmıştır. "AB motivasyonu"nun kaybolmasıyla birlikte, Türkiye'de özellikle temel siyasal reformlar konusundaki istek ve çaba zayıflamıştır. Bu arada ülkede yaygınlaşan milliyetçi ve dinci akımlar da, AB'ye karşı "itici" bir ortam yaratmıştır. Hükümet ve Meclis çevreleri de bunun etkisi altında kalmıştır...Bu durum, AB içinde Türkiye'den yana olan ülkelerin şevkini zaman zaman kırmıştır. AB Komisyonu çeşitli vesilelerle Ankara'nın hareketsizliğinden şikâyet etmiştir. Tabii ki, AB ile müzakere sürecinin istenilen hızla gelişmemesinde Birliğin davranışlarının çok daha büyük payı var; ama Ankara'nın da beklenenleri yerine getirmediği açık... Hareketsiz dönem Eğer işler rayına oturtulmak isteniyorsa, şimdi bu deneyimlerin ışığında yeni stratejiler geliştirmek gerek.Sanıyoruz Türkiye'de işe, AB ile ilgili yeni bir kurumlaşmaya girişmekle -bu arada sırf AB ile meşgul olacak (üyelik sürecinde diğer birçok ülkenin yaptığı gibi) bir bakan atamakla- başlamak gerek.Diğer önemli bir iş de, Türkiye'nin bu yılın başlarında planladığı kapsamlı uyum çalışmalarını -AB ile müzakerelerin dışında- sürdürmesidir. Hükümetin, Meclis'in ve diğer kurumların belirli bir takvime göre, 33 fasılda yer alan müktesebatı ve reformları hayata geçirmesi, onu AB karşısında daha inandırıcı ve güçlü kılacaktır.Bu, Türkiye'ye "AB motivasyonu" (veya baskıları) olmadan da kendi inisiyatifiyle, çağdaşlaşma hedefine doğru hızla yol aldığını gösterecektir.İşte "Reformları onlar istediği için değil, halkımızın yararına olduğu için istiyoruz" diyenlerin bunu kanıtlamaları için bir fırsat! skohen@milliyet.com.tr Reform zamanı