Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yorum "Lizbon Antlaşması"nın Türkiye'yi ilgilendirebilecek bazı noktalarına değinmeden önce, bu olayın belli başlı özelliklerine bakalım:Bu yılın başlarında 50'nci yaş gününü kutlayan AB, aslında bu zaman zarfında kurumsallaşma ve genişleme yolunda büyük mesafe kat etti. Yarım yüzyıl önce Monet, Schuman gibi "vizyoner"lerin ortak değerleri ve maddi olanakları paylaşan bir birlik kurma hayali önemli ölçüde gerçekleşti.Ancak AB'nin, bir "Avrupa Birleşik Devletleri" olmayacağı, zaten bunun da egemen Avrupa ülkeleri tarafından da arzu edilmediği biliniyor. Bununla beraber, AB'nin daha entegre ve daha uyumlu bir birlik oluşturması, potansiyelini ve gücünü iyi kullanarak yarının belki birden fazla kutuplu dünyasında etkin yerini alması, birçok Avrupalı düşünür ve lider tarafından hedef gösterilmiştir. PORTEKİZ başkentinde önceki gün AB üyesi ülkelerin liderlerinin imzaladığı "Lizbon Antlaşması"nın bizi doğrudan ilgilendiren bir yanı yok. Ama, bu antlaşmayla AB'nin kurumsal yapılanmasında meydana gelecek olan değişiklikleri yakından izlememiz gerekiyor. Bu hem Türkiye-AB ilişkilerinin seyri açısından, hem de bir gün üye olacaksak nasıl bir topluluğun içinde olacağımızı şimdiden bilmemiz bakımından önemli... Giscard d'Estaing'in çabalarıyla 2002 yılından itibaren girişilen "AB Anayasası" çalışmalarının amacı da, buydu. Ne var ki, çeşitli nedenlerden, bu anayasanın yaşama geçirilmesi mümkün olmadı. 2005'te Fransa'da ve Hollanda'da yapılan referandumlarda "Hayır" oyunun ağır basmasıyla, bu proje öldü.Ama genelde daha birleşik bir Avrupa vizyonu ölmedi. Nitekim bu "anayasa"nın yerini alacak başka bir proje üzerinde çalışıldı. Ortaya çıkan belgeler demetine de -Portekiz başkentinde imzalandığı için- Lizbon Antlaşması ismi verildi.Bu 250 sayfalık bir belge. AB uzmanları dahi içeriğini çok karışık ve anlaşılması zor buluyorlar!Bu bir "anayasa" değil ama AB'nin temel (baba) yasası olarak kabul ediliyor.Lizbon'daki törende konuşan AB Komisyonu Başkanı J. M. Barroso'nun deyişiyle, bu antlaşmayla "yaşlı kıtada yeni bir Avrupa doğuyor"... Antlaşmanın gerçekten bu beklentileri gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceğini zamanla göreceğiz. Ama bu arada önemli kurumsal değişiklikler de yer alıyor: Örneğin AB'nin artık 30 aylık bir dönem için seçilmiş bir başkanı, ayrıca dışişlerinden sorumlu bir yüksek temsilcisi olacak. Üyelerin ulusal yetkileri AB kurumlarına eskisinden daha fazla devredilecek, yani bazı alanlarda egemenlik daralacak. Nasıl bir Avrupa? Gelelim bizi ilgilendiren yönlerine:Öngörülen yeni düzenin nasıl kurulacağını ve işleyeceğini görmeden kesin bir şey söylemek zor. Örneğin yeni başkanın Türkiye'yi ilgilendiren konularda (üyelik başta) nasıl bir tavır alacağı, bu koltuğa kimin oturacağına bağlı. Söylentilere göre şimdiden geçen isimler, Danimarka Başbakanı, Avusturya Şansölyesi, Lüksemburg Başbakanı. Türkiye açısından hiç de umut verici olmayan isimler...Antlaşmada çok konuda çok madde var, ama genişleme konusuna bir atıf yok. Bu bizim açımızdan iyi mi kötü mü, zamanla ortaya çıkacak. Ama hiç olmazsa Türkiye'nin üyeliğiyle AB'nin "entegrasyon" ve "hazmetme" gibi kurumsal sorunları arasında ilinti kurmaya çalışanların öne sürdüğü bahaneler geçerliliğini kaybedecek... skohen@milliyet.com.tr Türkiye'yi nasıl etkiler?