Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yorum Yarın AB zirvesinin onayına sunulacak olan bu karar karşısında Türkiye'nin ne yapması gerektiği, şu anda tartışma konusudur.Tartışmalar bir dizi soruyu gündeme getiriyor: AB dışişleri bakanlarının tavrı (örneğin müzakere sürecinin "katılım" ve "tam üyelik" amacına yönelik olduğu hususuna değinilmemesi gibi) ne kadar ciddiye alınmalı? Bu, AB üyeliğine giden "uzun ve ince yol"da aşılabilecek önemsiz bir olay mı, yoksa müzakerelerin seyrini ve nihai hedefini değiştirebilecek bir engel mi? Bu olasılıklara göre, Türkiye nasıl bir tepki göstermeli? Bu karşılığın adresi AB mi, yoksa Fransa mı olmalı? AB hedef alınacaksa, nasıl bir strateji belirlemeli? Örneğin, müzakere sürecine bir "ara" verilebilir mi? Fransa hedef alınacaksa, Sarkozy hükümetini etkileyecek ne gibi adımlar atılabilir? Örneğin, ekonomik ve askeri alanda bazı "yaptırımlar" uygulanabilir mi? AB dışişleri bakanlarının Türkiye'nin üyelik perspektifine gölge düşüren kararına Ankara oldukça cılız bir tepki gösterdi. Buna karşılık, AB vizyonuna bağlı TÜSİAD, İKV gibi çevreler, gereken karşılığı vermekte gecikmediler. Hafta başında AB'nin sergilediği tavra biz basit bir "kelime oyunu" olarak bakmıyoruz. Tabii ki, müzakere sürecine, "katılım" ve "tam üyelik" gibi sözcükler kullanılmadan da devam edilebilir. Ama Türkiye'nin üyeliğine karşı olan ülkeler, bu "göstermelik" müzakere sürecini istedikleri gibi yönlendirecek, her fırsatta Türkiye'nin önüne yeni engeller getireceklerdir. Bu aşamada AB üyelerine Türkiye'nin üyeliği konusunda giriştikleri taahhütleri yerine getirmek zorunda kaldıkları hatırlatılmalıdır.Bu kararın alınmasında Sarkozy Fransa'sının birinci derecede sorumlu olduğu malum. Almanya gibi, Türkiye'nin üyeliğine karşı olan başka ülkelerin Fransızların yanında yer almasına şaşılmaz; ama Ankara'ya destek veren başta İngiltere olmak üzere diğer üyelerin -başka konuları da içeren bir "al-ver" pazarlığı sonunda- Sarkozy'nin istediğini yerine getirmesi kaygı vericidir.Bu durumda, AB'ye karşı topyekûn bir tavır mı alınmalıdır? Bütün mesele bu tavrın neleri içereceğidir. Bu tavrın, Türkiye'ye arka çıkan (ve sayısı az olmayan) ülkeleri de bizden uzaklaştırmaması önemlidir. İşte asıl zorluk (veya Ankara'nın karşılaştığı açmaz da) budur.Akla gelen seçeneklerden biri de, AB ile müzakerelere bir "ara" vermektir. Böyle bir "time-out" ne sonuç verir? Bunun süresi ne olur? Sürenin sonunda ilişkiler büsbütün donmaz mı? Bu olasılıkları da ciddi olarak düşünmek lazım. Ankara'nın açmazı AB'nin son dönemde Türkiye'yi rahatsız eden davranışlarında başı çeken Fransa olduğuna göre, Ankara'nın vereceği karşılığın esas adresi Paris'tir. Sarkozy'nin bu tutumunu değiştirmesi için ne yapmalı? Daha doğrusu Sarkozy değişir mi?Bundan Fransız analistleri dahi emin değiller. Hafta başında görüştüğümüz eski bir Fransız diplomatı Sarkozy'nin kendine özgü bazı görüş ve inançları olmakla beraber, pragmatik bir politikacı olduğunu söyledi. Ama ona göre, "Sarko"nun Türkiye konusunda fikrini değiştirmesi için zamana ihtiyaç var... Ama doğrusu Türkiye'nin o kadar bekleyecek sabrı yok!Fransa'yı "yola getirmek" için başvurulacak önlem ve yöntemlerin de iyi seçilmesi gerek. Bize de büyük zarar verebilecek veya pratikte sonuç vermeyecek olan "yaptırımlar"a fazla bel bağlanamaz.Ama gene de Türkiye'nin karşılık vermek için üretebileceği stratejiler vardır. Bunları gündeme getirmek lazım. Bu arada Ankara'nın ilk adım olarak hareketsiz kalamayacağını inandırıcı bir şekilde göstermesi şart... skohen@milliyet.com.tr Ne yapılabilir?