Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs’ın başlattığı doğalgaz sondaj çalışmalarının yol açtığı kriz “söz düellosu”ndan “sıcak çatışma” noktasına kadar gidebilir mi?
Şu anda dünya başkentlerinde böyle bir endişe var. Bu bağlamda dikkatler daha çok Türkiye üzerinde toplanıyor. Türk savaş gemilerinin ve jetlerinin bölgede güç gösterisi yapması, Başbakan Erdoğan’ın BM kürsüsünden “Rumları durdurun, yoksa gereğini yaparız” uyarısında bulunması ve “Piri Reis” sismik gemisinin de KKTC açıklarına sevk edilmesi, şimdi gerilimin başlıca nedeni sayılıyor.
Kuşkusuz Türkiye’nin Akdeniz’de bir savaş çıkartmaya niyeti yok. Hükümetin izlediği politika, Kıbrıs Rum yönetimini bu kriz ve gerilim atmosferi içinde, bu projesinden vazgeçirmeyi amaçlıyor.
Ankara bunun için iki yol seçmiştir: Birincisi, KKTC ile bir anlaşma imzalayıp Kuzey Kıbrıs açıklarında kendi petrol ve gaz araştırmalarına girişmektir. Türk tarafı, Rumlara Güney Kıbrıs açıklarında -Afrodit adı verilen bölgede- sondaj faaliyetlerine son vermedikleri takdirde, Kuzey Kıbrıs sahillerinde kendi sismik çalışmalarını hemen başlatacağını bildirmişti.
Ama asıl endişe yaratan ve tehlikeli görülen husus, Türk hükümetinin Güney Kıbrıs’ı zorlamak için savaş gemilerini Afrodit bölgesine gönderebileceği, hatta ona yakın yerlerde kendi hesabına sismik araştırmalar yapabileceği mesajını vermesidir.
Bütün bunlar, Rumları giriştikleri sondajlardan vazgeçirmek için Ankara’nın diplomatik ve askeri baskı araçlarını kullanmaya kararlı olduğunu gösteriyor.

Kontrollü gerilim
Aslında “Piri Reis”in Kuzey Kıbrıs açıklarında yapacağı araştırmalar bir misillemedir ve bunun da çatışma potansiyeli düşüktür. Asıl tehlike, Güney Kıbrıs adına sondajları yapan ve İsrail tarafından da desteklenen Amerikan şirketi “Noble Energy”nin faaliyeti ile ilgili. Eğer Başbakan’ın dediği gibi “gereği yapılır”, yani bu faaliyeti engellemek için bölgeye savaş gemileri ve jetler gönderilirse, çok kritik bir durum ortaya çıkabilir. Türk yetkililer bir “sıcak çatışma” veya savaş ihtimali görmüyorlar. Ama burada daha önce Ege’de görülen cinsten it dalaşları ve benzeri sürtüşmelerin olması, gerilimi arzu edilmeyen noktalara götürebilir.
Onun için bu gerilim politikasını çok dikkatli ve kontrollü bir şekilde uygulamak gerek...
Şimdiye kadar gelen dış tepkilere bakılırsa, kimse bu hassas bölgede böyle bir gerginlik istemiyor. Kaldı ki, ilgili devletlerin ve uluslararası kuruluşların da, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin hükümranlık haklarını kullanarak “Münhasır Ekonomik Bölgesi”nde petrol veya gaz sondajları yapmasının kendi hakkı olduğunu kabul ediyor. Şimdiye kadar ABD’den Rusya’ya, AB’den BM’ye kadar gelen tepkiler hep bu yönde...

Krizi krizle çözmek
Krizin bu noktaya gelmesinde Güney Kıbrıs’ın da, Ankara’nın da hataları olduğu açık.
Hristofyas yönetimi, Türk tarafıyla görüşmeden ve anlaşmadan “devlet benim” zihniyetiyle sondajları başlatmıştır. Oysa müzakerelerin sonunu (ki ortada bir “yılbaşı mühleti” de var) bekleyebilirdi. Bu aceleci oldu-bitti tutumu, Türk tarafını tahrik etmiştir.
Türkiye ise kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge çalışmalarına girişmeyi ancak bu olaydan sonra düşünmüştür. Ankara şimdi Doğu Akdeniz’in başkaları tarafından parsellenmekte olduğundan yakınıyor. Karşılık olarak harekete geçerken de, “gunboat politikası” denen askeri güç gösterileri stratejisi ile kendi pozisyonunu pekiştirmeye çalışıyor...
Varılan noktada bu meselenin çözümü, çatışmadan değil, gene de diplomasiden geçiyor. Mevcut soruların yeni krizler yaratılarak çözümlenmesi mümkün değil. Bu kural Doğu Akdeniz’le ilgili uyuşmazlık için de geçerlidir.