Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

“Eğer AB küresel bir aktör olmak istiyorsa, Türkiye’yi üye olarak kabul etmek durumundadır”...
Bu sözleri dün Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı TESEV’in Slovak diplomat ve akademisyenlerinin katılımı ile İstanbul’da düzenlediği Türkiye-AB ilişkileri üzerindeki bir konferansta, Slovakya’nın eski Dışişleri Bakanı Eduard Kukan‘dan dinledik.
Kukan’a göre, AB bugün ekonomik bir “dev” olmak peşinde. Ama siyasal alanda henüz bir “cüce”... Diğer bir deyişle, AB’nin dış politikada ve güvenlikte küresel rolü ve etkinliği sınırlı.
AB, Türkiye gibi önemli jeopolitik konumu olan, geniş bölgesinde (yani Balkanlar - Kafkasya - Ortadoğu üçgeninde) aktif bir rol oynayan bir ülkenin katılımı ile bu güce daha rahat kavuşabilir. Kukan’ın deyişiyle, “Türkiye’nin üyeliği, bu alanda AB için bir kazanç olur... Türkiye’nin her zaman Avrupa’nın güvenliğinde önemli bir yeri olmuştur. Türkiye bu bakımdan AB için değerli tecrübelere sahiptir”...

Dev mi, cüce mi?
AB üyeleri arasında Slovak diplomatın bu görüşünü paylaşanlar var. Buna karşılık -Fransa, Almanya, Avusturya gibi- bu “stratejik” düşünceye itibar etmeyip, kendi “kültürel” argümanlarını öne sürerek Türkiye’nin AB yolunun önünü kesmeye çalışanlar da var...
Aslında bu tartışmaların temelinde sorulması gereken soru, bizzat AB üyelerinin nasıl bir AB istedikleridir
Eğer Avrupalılar, AB’yi sırf ekonomik ağırlıklı bir topluluk olarak görüyorlarsa, dış politika ve güvenlik alanlarında fazla bir iddia taşımıyorlarsa, “ekonomik bir dev” olabilirler, ama “siyasi bir cüce” olarak da kalırlar!
Nitekim şimdiki haliyle AB’nin dünya meselelerindeki rolü ve etkinliği sınırlıdır. AB üyelerinin belirli dünya meseleleri karşısında kendi stratejileri vardır; ama çoğu zaman Birliğin, aktif ve etkin bir ortak dış politikası yoktur.
Eğer AB, gerçekten küresel bir rol ve etkinlik sahibi olmak istiyorsa, o zaman Türkiye’nin üyeliğinin sağlayacağı “katma değeri” daha iyi hesaplamak zorundadır.
Kısacası, temelde, AB’nin “kapalı bir kulüp” olarak kalmayı mı, yoksa daha açık ve geniş bir güç mü olmak istediğine karar vermelidir. Eğer tercihi küresel bir aktör olmaksa, ikinci şıkkı kabul etmesi gerekir.
Ne gariptir ki Türkiye’nin üyeliğine şiddetle karşı çıkan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy‘nin aksine, selefi Jacques Chirac, ikinci şıkkı savunan liderlerin başında geliyordu.
Gerçekten Chirac çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalarda, ileride dünyanın “tek kutuplu” olmaktan çıkacağını ve yeni “çok kutuplu” dünyada AB’nin de mutlaka yer alması gerektiğini söylemişti. Chirac, şimdiden AB’nin dünya politikasında aktif bir rol alarak, ABD’nin tekelini kırmasını istiyordu...

Karar zamanı
Kuşkusuz Türkiye’nin üyeliği konusu, böyle bir vizyonun içinde daha tutarlı bir şekilde oturtulabilir.
Sanıyoruz Türkiye’nin AB nezdinde kullanması gereken en önemli ve inandırıcı argümanlardan biri de budur.
Dünkü konferansta Slovakya’nın üyelik yolundaki deneyimlerini anlatan sosyal bilimci Olga Gyarvasova, ülkenin bir ara AB tarafından “başarısız bir devlet” sayıldığını, ancak sabırla gerçekleştirdiği reformlar sayesinde, sonunda amacına ulaşabildiğini belirtti. Ve tabii bu deneyimi Türkiye için de ibret verici bir örnek olarak gösterdi.
Doğru, Türkiye kendi yoluna sebatla devam etmeli, kendi ev ödevini de yapmalı; ama bu arada Avrupalılar da nasıl bir AB istediklerine karar vermelidirler...