Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

AB Konseyi’nin üç yıllık bir aradan sonra nihayet Türkiye ile yeni bir faslın müzakereye açılması konusunda dün aldığı karar, “katılım süreci”ne bir ivme kazandırması bakımından olumlu bir gelişme. Brüksel’de komisyon kadar, Ankara’da hükümet çevreleri de bundan memnun.
Ancak atılan bu adımın önemini fazla abartmamak. Aynı şekilde “bununla bize bir parmak bal çalındı” deyip olayı tamamen önemsiz saymamalı...
Evet, uzun bir bekleyişten sonra sadece bir fasıl açılıyor. O da, daha sıradan bir konu olan “bölgesel politikalar ve yapısal araçların koordinasyonu” üzerinde... Daha temel konularla ilgili başlıklar -kısmen Fransa’nın, fakat daha çok Kıbrıs Rum yönetiminin koyduğu blokaj yüzünden- hâlâ açılamıyor.
5 Kasım’da açılacak olan tek faslın müzakeresi herhalde şimdiki dönem başkanı Lituanya’dan bu görevi 1 Ocak 2014’ten itibaren devralacak olan Yunanistan’ın 6 aylık yönetimi sırasında devam edecek.
Pratikte daha pek çok önemli fasılların “dondurulmuş” kaldığı bir ortamda, “bölgesel politikalar” başlığının açılmasının fazla bir değeri yok. Ancak AB Konseyi’nin kararı şu bakımdan anlamlı:
1) Fransa bloke ettiği fasıllardan en azından birini serbest bırakarak bir jest yapmıştır.
2) Gezi olayları nedeniyle süreci durduran Almanya, son İlerleme Raporu’nun nispeten olumlu genel havasını da dikkate alarak, bu engeli kaldırmıştır.
3) Yeni bir faslın açılmasına karar verilmesiyle tıkanık olan müzakere yolu yeniden açılmış oluyor.

Yola devam...
Tekrarlayalım: Bu uzun -ve zaman zaman bıktırıcı- yolda bir tek faslın açılması, Türkiye’yi tam üyelik hedefine pek yaklaştırmıyor. Bu kararın anlam ve önemi, iki tarafın da katılım sürecini kesmemek, yani ipleri koparmamak konusundaki kararlılığını göstermesidir.
Öteden beri Türkiye ile AB’yi, bütün sıkıntılara rağmen, birbirinden vazgeçmemeye iten faktörler mevcut olmuştur. Bunların çoğu bugün için de geçerlidir.
- AB açısından Türkiye, siyasi yönelişi, bölgesel etkinliği, ekonomik yeteneği ile, “kaybedilmemesi” gereken bir ülkedir. Türkiye’yi AB üyesi olarak görmek istemeyenler dahi, sonuçta onunla bir şekilde “angaje” kalmakta yarar görüyorlar.
- Türkiye açısından da öteden beri AB ile ipleri koparmamaya iten ve hâlâ bugün de geçerli olan sebepler vardır. Ankara’da şimdiye kadar birçok hükümeti, bütün sıkıntılara ve düş kırıklıklarına rağmen, bu yolda sabırla ve sebatla yürümeye sevk eden bu çeşitli faktörlerdir.

Bir sebep daha...
Şimdi bu nedenlere, bölgemizdeki gelişmeleri de eklemek lazım.
Arap Baharı Ortadoğu’daki çok şeyi değiştirdi. Ama bu değişiklikler, Fransız siyaset bilimcisi Prof. Dominique Moisi’nin son bir makalesinde belirttiği gibi, Türk hükümetinin istek ve beklentileri doğrultusunda cereyan etmiyor. Onun deyişiyle Ankara’nın bölge ile ilgili “kaybolan hayalleri”ne karşılık Avrupa’nın olanakları ve değerleri, daha ağır basıyor. “Türkiye’nin bugün AB’ye olan ihtiyacının büyüdüğünü” belirten Prof. Moisi’ye göre bunu Türkiye’de herkes kabul etmek istemese de realite budur...