Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


       Avrupa Birliği'nin Helsinki zirvesine iki buçuk hafta kala, Türkiye'nin adaylığının onaylanacağına ilişkin umut verici işaretler geliyor.
       Son günlerde - bir kısmı AGİT zirvesi sırasında - Türkiye'yi ziyaret eden Avrupalı liderlerin bu konuda getirdiği mesajlar olumlu. Aynı şekilde çeşitli Avrupa başkentlerinde temaslar yapan Dışişleri Bakanı ve Bakanlık yetkililerinden parti liderlerine ve işadamlarına kadar, tüm ilgililerin edindiği izlenim de, 10 - 11 Aralık'ta yapılacak zirvede, Türkiye'nin adaylığının kabul edileceği yönünde.
       AB'li meslektaşları ile sıkı temas halinde bulunan Fransa'nın Avrupa işlerinden sorumlu Devlet Bakanı Pierre Moscovici, kendi kanaatini bize şu kelimelerle aktarıyor: "İki buçuk yıldır bu işin içindeyim. İlk kez Türkiye'nin adaylığı lehinde öylesine güçlü bir siyasi irade görüyorum. Helsinki konusunda iyimser olduğumu açıkça söyleyebilirim."
       * * *
       BUNLARIN hepsi güzel; ama gene akıllara takılan bir soru var: Adaylık, şartsız gerçekleşecek mi?
       Türkiye'de bu konuda mevcut kuşkular, Yunanistan ve İsveç gibi bazı ülkelerin, adaylığa sıcak baktıklarını beyan etmelerine rağmen, bu yöndeki kararı bazı koşullara bağlamak istemelerinden kaynaklanıyor. Bu da iki şekilde yapılabilir: Ya adaylık statüsünün verilmesi için bazı ön şartlar öne sürülür; veya adaylık onaylanır, ama aynı zamanda Türkiye'den beklenenler de bir metin ile açıklanır.
       Moscovici ve diğer Avrupalı yetkililerle konuşmalarımızdan edindiğimiz izlenim şu ki, Helsinki'de "ön şartlı adaylık" söz konusu olmayacak. Yani Türkiye'ye "falan koşulları yerine getirirsen aday olursun" denmeyecek. Buna karşılık aday olarak "Türkiye'den neler beklendiği" bir metinde belirtilecek; ancak (yetkililerin önemle altını çizdikleri gibi) bu, Türkiye için ayrı bir deklarasyon olarak değil, "genişleme genel prensipleri" bölümünde, diğer aday ülkeler için olduğu gibi, belirli kriterler hatırlatılarak yapılacak.
       Moscovici'nin deyişi ile, Türkiye için "ayırımcı" bir üslup kullanılmayacak, "ortak bir lisan" kullanılarak beklentiler dile getirilecek. Böylece Yunanistan gibi ülkelerin "ya sonradan Türkiye angajmanlarını yerine getirmezse" şeklindeki kaygılarının giderilmesine çalışılacak.
       Türkiye, aday olduktan sonra, "katılım stratejisi" çerçevesinde (yani bir nevi "yol haritası" izleyerek) yükümlülüklerini yerine getirmek durumundadır. Aksi halde (ki bu diğer adaylar için de söz konusudur) "adaylıktan üyeliğe geçiş yolu" tıkanmış olur...
       * * *
      
DÜN, Türkiye'nin AB ile bütünleşmesi politikasını uzun zamandır yürüten bir Türk yetkilisi ile konuşurken, Helsinki zirvesi öncesi havanın bu umut verici yönüne karşılık, karamsar bir yönünün bulunduğunu da sezdik. Ne yazık ki bu karamsarlık da yetkilinin deyişi ile "onlardan değil, bizden kaynaklanıyor".
      
Şöyle ki: Hükümette, ilgili bakanlıklarda (Dışişleri dışında) Helsinki ve sonrası için tam bir kararlılık ve ciddi çalışma yok. Bazı çevrelerde tereddütler, kaygılar hakim. Adaylığın ilanından sonra, Türkiye'nin bazı yükümlülükleri yerine getirmesine karşı çıkanlar, Ankara üzerinde baskılar uygulanmasından korkanlar var. Oysa ki, Helsinki zirvesi öncesinde Türkiye'nin adaylık için daha etkin çabalar harcaması ve bu arada kendi çıkarına olan bazı reformları gerçekleştirme yönünde adımlar atması gerekirdi...
      
Buna rağmen, öyle anlaşılıyor ki, AB Helsinki'de, Türkiye'ye - adaylığını önkoşullara bağlamadan - "kredi açmak" niyetinde. Yani AB, Türkiye'yi kendi ailesi içine almak hususunda istekli.
       Türkiye, bu aileye - sorumluluklarını bilerek - girmek konusunda ne ölçüde istekli?
      
Türk yetkilisinin deyişi ile "biz bunu gerçekten istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Asıl mesele budur"...



Yazara E-Posta: skohen@milliyet.com.tr