Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


       Bu satırlar yazıldığı sırada, Amerikan seçmenleri sandık başına (daha doğrusu otomatik oy makineleri başına) gidiyordu. Sonuç analizini yarınki yazımızda yapmak üzere, bugün daha çok Türkiye'nin bu seçimler karşısındaki tavrını ele almak istiyoruz.
       Dün de belirttiğimiz gibi, Türkiye için Al Gore ile George W. Bush arasında bir tercih yapmak zor oldu. Türk diplomatları ve analistleri bu kez tek ağızdan (daha önceki seçimlerde olduğu gibi) "tercihimiz budur" diyemedi.
       Bununla beraber, bazı etkin çevrelerden duyulan argüman şu oldu: "Genelde Cumhuriyetçiler hep bizden yana oldular. Dolayısı ile Bush'un kazanması Türkiye için rahatlatıcı ve hayırlı olur"...
       Daha açık konuşanların deyişi ile "Demokratların insan hakları gibi konularda aşırı duyarlılığı var. Daha müdahaleci davranabilirler. Oysa Cumhuriyetçiler daha pragmatiktirler; bu hassas konular üzerinde pek durmazlar"...
       Burada üzerinde durulması gereken husus, bu savın dayandığı düşünce veya zihniyettir.
       * * *
       EĞER Türkiye'nin demokrasi ve insan hakları konusunda eksikleri veya yetersizlikleri bulunmasaydı, Demokratların tavrından huzursuzluk duymak ve Cumhuriyetçileri "rahatlatıcı" bulmak söz konusu olmazdı.
       Temelde Demokratların Cumhuriyetçilere oranla bu konularda daha duyarlı oldukları doğru. Ama son dönemde dahi Kongre'de bir kısım Cumhuriyetçilerin aynı duyarlılığı gösterdiği, Demokrat Clinton yönetiminin ise Türkiye ile ilişkilerinde bunu bir sorun haline getirmediği de bir gerçektir.
       Ama asıl mesele, Türkiye'de bazı çevrelerin Cumhuriyetçileri "nasıl olsa bizim kusurlarımız üzerinde fazla durmazlar" düşüncesinden hareket ederek bir "rahatlık" duymalarıdır. Bu da, "biz bildiğimizi okuruz" anlamına gelmez mi?
       Kuşkusuz Türkiye'de kimse ABD'nin veya başka bir ülkenin veya kuruluşun "iç işlere müdahale etmesi"ni istemez. Ancak Türkiye eğer çağdaş düzeye yükselmek, Birinci Lig'de yerini almak istiyorsa, eksiklerini veya yetersizliklerini hızla gidermek, uluslararası normları benimsemek zorundadır.
       Bunu gerçekleştirdiği gün, zaten kimse dışarıdan gazel okumayacaktır. ABD'de Demokratların veya AB'de parlamenterlerin ya da komisyon yetkililerinin bazı eleştirilerde veya uyarılarda bulunmalarına mahal kalmayacaktır. Ankara'nın dış ilişkilerini normal biçimde yürütmesi için de, sürekli olarak jeostratejik önemini öne sürmesine de ihtiyaç olmayacaktır...
       * * *
      
BU satırlar yazıldığında AB Komisyonu'nun Türkiye ile Katılım Ortaklığı Belgesi'nin (KOB) son şekli henüz açıklanmamıştı. Ama son günlerde sızdığı kadarı ile, belgenin ana hatları belli.
       Yukarıda ABD seçimleri için belirttiğimiz husus, AB belgesi için de geçerlidir.
       KOB, Türkiye'nin birtakım duyarlılıklarını dikkate alan bir üslupla yazıldı. Yani bu dokümanda Ankara'yı rahatsız edecek ifadeler yok. Ancak, üstü kapalı cümlelerle verilen mesajlar belli. AB'nin Türkiye'den, üyelik müzakerelerinin başlaması için neler beklediği açık...
       Bunları dikkate almak veya almamak, "Ulusal Program"ı bu doğrultuda hazırlayıp uygulamaya koymak veya koymamak, artık bize kalmış bir iş.
       Hep söylenen lafı tekrarlarsak, "bunları onlar istediği için değil, Türk halkı bunu arzuladığı ve hedeflediği için yapmamız gerekiyor".
       Şimdi bunu kanıtlamanın tam zamanıdır...


Yazara E-Posta: skohen@milliyet.com.tr