Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İrlanda halkının, AB’nin yeniden yapılanmasını öngören Lizbon Antlaşması’nı reddetmesi, bir dizi düşündürücü gerçeği gözlerin önüne serdi.
Bunlardan biri, AB’nin geleceği açısından yaşamsal önem taşıyan bir konuda, minik bir üye ülkenin belirleyici bir rol oynayabilmesidir.
AB’nin 27 üyesinin toplam nüfusu 497 milyon. Dört milyon nüfuslu İrlanda’da, Lizbon Antlaşması’na “hayır” diyenlerin toplam sayısı ise 862.415. Bu hesaba göre, koca Birlik içinde, bu temel antlaşmayı reddedenlerin oranı sadece 0.02’den ibaret!
Bu çok garip görünebilir, ama AB’de böyle önemli kararlar dahi, oybirliği ile alınıyor.
Bu konuyu referanduma sunan tek ülke, İrlanda. Diğer üyeler bu işi parlamentolarının onayı ile hallediyorlar. Nitekim şimdiye kadar 18 ülkenin meclisleri antlaşmayı onayladı bile.
Ama İrlanda halkının Lizbon Antlaşması’na “hayır” demesi, 1 Ocak 2009’da yürürlüğe girmesini engellemeye yetiyor...

Halk farklı düşünüyor

İrlanda’daki referandum sonucunun ortaya koyduğu diğer bazı önemli gerçekler de şöyle:
 AB içinde kurumsal reformlar üzerinde yapılan halkoylamaları, çoğu zaman ters neticeler veriyor. Örneğin yoğun çalışmalardan sonra hazırlanan AB Anayasası, 2005’te Fransa ve Hollanda’da yapılan referandumlarda reddedilmişti. Lizbon Antlaşması, o anayasanın revize edilmiş -ve sulandırılmış- bir versiyonu...
Gene İrlanda 2001’de, AB’nin temel belgelerinden biri olan Nice Antlaşması’nı reddetmişti. Ancak bir yıl sonra yapılan ikinci referanduma zorlukla “evet” demişti...
Genelde hükümetler, siyasi liderler, AB’nin gerçek ve etkin bir Birlik haline gelmesi için gereken yasal düzenlemeleri yapmaktan yana. Ama bu tasarılar halkın onayına sunulduğu zaman, iş değişiyor, sandıktan ret oyu çıkıyor.
 Bunun bir nedeni, halkın önemli bir kesiminin önerilen taslağın içeriğini tam olarak bilmemesi veya anlamamasıdır. İrlanda’daki son referandumda “hayır” diyenlerle yapılan röportajlarda Lizbon Antlaşması hakkında doğru dürüst bir fikir sahibi olmadıkları, yani halkın bir kesiminin “bilgili ve bilinçli” olmadığı ortaya çıktı...
 Daha bilgili ve bilinçli olan kesimin “hayır” demesinin önemli bir nedeni de, “egemenlik” konusundaki hassasiyet veya daha doğrusu kaygılardır. AB’de yapılmak istenen kurumsal reformlar, aslında Avrupa’yı daha bütünleşmiş hale getirmeyi amaçlıyor. Bu, üye ülkelerin kendi egemenliklerinden bir miktar fedakârlık yapmasını, Brüksel’deki merkezi yönetime daha çok yetki vermesini gerektiriyor. İşte “hayır” diyenler, bunu istemiyor, kendi ulusal egemenliğinin zayıflamasına karşı çıkıyor. 

“Avrupalılık” zayıf

Bu sonucun analizi, şu önemli gerçeği ortaya koyuyor:
Liderler, hükümetler Avrupa’da ekonomik olduğu kadar siyasal ve hatta güvenlik alanında da gerçek bir Birlik’ten ve dolayısıyla entegrasyondan yana. Ancak halk yığınları böyle bir bütünleşmeye -ve bunun gerektirdiği fedakârlıklara- henüz hazır değiller.
Bu da şu demektir: AB içinde halk düzeyinde henüz “Avrupalılık” anlayışı veya “Avrupa kimliği” duygusu gelişmemiştir. AB ülkelerinde yapılan çeşitli referandumlarda, milli kimlik ve ulusal egemenlik duygularının ağır bastığı görülmektedir.
Bu durumda, AB küresel çapta bir siyasi güç olabilir mi?
İrlanda referandumunun yarattığı kriz bu ve buna benzer birçok soruyu gündeme getiriyor. Bunları ve Türkiye’nin AB yolculuğunun bu gelişmelerden nasıl etkileneceğini yarınki yazımızda ele alacağız.