Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Kötü haber önce Yunanistan’dan geldi. Ardından İspanya ve Portekiz’den benzer sinyaller yayılmaya başladı. Bu arada İtalya’nın dahi sırada olduğu söylentileri çıktı...
Ve böylece Avrupa birdenbire kendisini ciddi bir krizin eşiğinde buluverdi. Borsalar düştü, son dönemde yükselen euro’nun değeri inişe geçti, piyasalarda güven iyice sarsıldı, genel bir karamsarlık havası esmeye başladı... Tam da, geçen yıl ABD’de patlayan ve küresel boyutlar alan mali ve ekonomik krizin yavaş yavaş etkisini kaybetmeye yüz tuttuğu sanıldığı bir sırada...
Bu kez kriz başka diyarlarda, başka nedenlerden ötürü çıktı; ama korkulan şey, zamanında frenlenemediği takdirde, bunun da başta Avrupa olmak üzere, bütün dünyayı sarsacağıdır.
Diğer bir deyişle, bu kriz sadece Yunanistan’ı ve AB’nin 16 üyenin dahil olduğu “euro bölgesi”ni değil, bütün Avrupa’yı ve hatta bütün dünyayı yakından ilgilendiriyor.
Aslında krizin başta Yunanistan’da patlak vermesi beklenmedik bir olay değil. Yunanlılar son iki yılda AB kriterlerini hiçe sayarak bütçe açığını (yüzde 12.7) ve kamu borçlarını (294 milyar euro) rekor düzeye çıkarmışlardı. Atina AB’nin eleştirilerine hedef olmamak için, istatistikler üzerinde oynayıp yanlış bilgi vermekten çekinmemişti...
Sonunda Yunanistan, bu çarpık politikaların kurbanı oldu. Aynı oranda olmasa da, İspanya ve Portekiz de şimdi benzer durumdalar.

Banka değil, devlet
Bu ülkelerin AB üyesi olması, Birliği hem ekonomik, hem siyasal geleceği bakımından çok ciddi sorumluluklarla karşı karşıya bırakıyor.
Yunanistan’ın bu krizi atlatmak için son günlerde Papandreu hükümetinin içeride aldığı ivedi kararların dışında, dışarıdan aktif desteğe ihtiyacı var. AB bunu sağlayabilecek mi? AB’nin “zengin” üyeleri (Almanya ve Fransa gibi), yardım elini uzatacak mı? Eğer bu olanaklar zorlanmazsa, Yunan ekonomisinin çökmesi ve sonuçta euro bölgesinin de dağılması nasıl önlenecek?
Unutmamalı ki söz konusu olan, bir banka veya şirket değil, bir devlettir. Bir devletin iflası, bir “domino etkisi” yapmasına ve bu hastalığın başkalarına da bulaşmasına yol açar.
Dolayısıyla, deneyimli analistler, her şeye rağmen AB’nin bir şekilde Yunanistan’ın imdadına koşacağı kanısındalar. Bu “şeklin” ne olacağını, perşembe günü AB’nin yapacağı olağanüstü zirve toplantısının sonunda öğreneceğiz.
Devlet olarak Yunanistan’ın -ve benzer tehlikelerle karşılaşan diğer üye ülkelerin- kendi kaderlerine terk edilmesi, AB’nin de kendisini hasta yatağında kalmaya mahkûm etmesi demektir. Oysa AB her şeyden önce ekonomik entegrasyonu gerçekleştirmeyi hedef almış, para birliğiyle bu yönde önemli bir adım atmıştı. Şimdi bu yoldan sapmadığını ve gerçek bir “birlik” olduğunu kanıtlamak zorundadır.

Sosyal, siyasal etkiler
Bu olay, AB’nin Lizbon Antlaşması’nı onaylayıp hayata geçirmeye ve yeni siyasal kurumları çalıştırmaya başladığı bir zamana rastladı. Bu, AB’nin yeni Başkanı, bakanları, komisyonu ve parlamentosu ile siyasal varlığını göstermesi için bir fırsattır.
AB bu hastalığa acil müdahalede bulunamazsa, ekonomik krizin siyasal ve sosyal yansımaları, bütün Avrupa için çok yıkıcı olabilir. Özellikle Yunanistan, Portekiz ve İspanya gibi ülkelerde ciddi sosyal patlamalar olabilir ve siyasal çalkantılar yaratabilir. Bunun faturası öncelikle AB üyelerine çıkar; ama bunun sarsıntıları Türkiye de dahil, bütün dünyaya yayılır...