Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


       Kısa bir yurtdışı gezisinin ardından, yazılara "dünya ahvali" üzerinde "hayırlı haberler" ile yeniden başlamak güzel bir şey...
       Son birkaç günde gerçekten dünyanın çeşitli bölgelerinden olumlu gelişmelerin sinyalleri geldi. Ortadoğu'dan Hint Yarımadası'na ve Uzakdoğu'ya kadar uzanan geniş coğrafyada, yıllanmış sorunların çözümü yönünde bazı kıpırdamalar var. Kuşkusuz iyimserlik için zaman henüz çok erken. Ama şimdi hiç olmazsa umut yaratan ve hantallaşmış olan diplomasiyi yeniden hareketlendiren bazı çabalar görülüyor...
       * * *
       BAŞKAN Clinton ile Papa John Paul II'nin gezilerini bu çerçevede değerlendirmek lazım. Farklı kişiliklerine ve frekanslarına rağmen, ikisinin de verdiği barış ve uzlaşma mesajı, herhalde yankısını duyuracaktır.
       Clinton "dünyanın en kalabalık demokrasisi" olan Hindistan'dan sonra, askeri yönetim altındaki Pakistan'ı ziyaret etmekle, birkaç mesajı birden vermiştir: 850 milyon nüfuslu Hindistan'da çoğulcu sistemin iyi işleyişi, gelişme halindeki tüm ülkeler için bir örnek olmalıdır. Bu bağlamda Pakistan'da General Müşerref, sivil ve demokratik rejime dönüşün takvimini artık belirlemelidir. İki büyük komşu ülke, nükleer silahlanmadan vazgeçip tüm enerjilerini ve dıştan desteklenecek kaynaklarını, kalkınmaya ve halklarının yaşam standartlarını yükseltmeye kullanmalıdır. Ve bu amacı kolaylaştırmak için Keşmir meselesini diyalog ile halletmeye ve aralarında bir güven ortamı yaratmaya çalışmalıdır...
       Hindistan'la Pakistan'ın böyle bir "nasihat"a ihtiyacı var mı idi? Bu öğüt ne kadar etkili olabilir?
       Açıkçası böyle bir girişim ABD'den gelince, iş değişiyor. Clinton'ın mesajları herhalde havada kalacak laflar veya düşünceler değil. Washington üstlendiği rolü sürdürecek. Bu arada başka ülkelerin de katkısı olabilir. Önümüzdeki hafta Başbakan Ecevit'in Hindistan'a yapacağı ziyaret, Türkiye'ye de bu alanda bir olanak sağlayabilir.
       * * *
       BAŞKAN Clinton'ın Asya gezisinden dönerken Cenevre'de Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esad ile buluşması, Ortadoğu barış sürecinin yeni bir ivme kazanması umudunu güçlendiriyor. Bu görüşmenin yapılması dahi, bunun sağlanmasına katkıda bulunan Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek'in deyişi ile, kendi başına olumlu bir olay.
       Clinton'ın amacı şimdilik "dolaylı" olarak başlatmaya çalıştığı İsrail - Suriye görüşmelerini, Ortadoğu barış süreci çerçevesinde gerçek bir diyaloğa - ve ciddi müzakerelere - dönüştürmektir. Tarafların önceden kabul edilemez gibi görünen ön şartları nedeni ile, böyle bir süreci hayata geçirmek kolay değil. Ama şimdi Suriye'deki ve İsrail'deki dinamikler, bu güçlüklerin aşılmasını sağlayacak güçte. Hele buna ABD'nin itici gücü eklenince...
       Son günlerde İsrail ve Filistin diplomatlarının da Washington yakınlarındaki bir kasabada, sessiz sedasız görüşüp önemli bazı ilerlemeler kaydettiği ve nihai anlaşmanın eylülde imzalanmasının beklendiği yolundaki haberler de Ortadoğu tablosuna umut verici bir çizgi daha ekliyor.
       Papa'nın Ürdün - Filistin - İsrail üçgeninde yaptığı gezi, aslında dini bir karakter taşıyorsa da, dualarının yanı sıra verdiği mesajların siyasal boyutları, kuşkusuz bölge liderleri ve halkları tarafından açıkça algılanmıştır.
       Vatikan'ın başının bu sözleri ne kadar etkili olabilir?
       Vaktiyle Stalin, Papa'nın etkisini küçümsemek için "Vatikan'ın kaç tümen askeri var?" şeklinde alaylı bir ifade kullanmıştı.
       Stalin'in sözlerinin yanlışlığı zamanla anlaşıldı. Bugün böyle düşünen de yok. Papa'nın bölgeyi ziyaretindeki duaları kadar, hoşgörü, uzlaşma ve karşılıklı anlayış yönündeki çağrıları da herhalde bir iz bırakacaktır...


Yazara E-Posta: skohen@milliyet.com.tr