Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



GAZETELERİ dikkatle tararsanız, her gün değilse bile, her hafta bir veya birkaç "aykırı" habere rastlarsınız.
"Aykırı" derken kastettiğimiz şey, Türkiye'de Meclis'in çıkarmış olduğu "uyum yasaları"nın - yani siyasi reformların - "lafzına ve ruhuna" ters düşen uygulamalardır.
İşte son birkaç örnek:

  • Türkiye'ye 10 gün önce giriş yapan dünyanın en büyük "yüzen kitap fuarı" Doulos gemisinde yabancı kitap satışı yapılamıyor. Sebep: Emniyet makamlarının yabancı kitapların "ulusal bütünlüğe zarar verip vermediği" konusunda henüz bir karara varamaması.
  • "Milliyet"in çeşitli nüfus müdürlüklerini kapsayan bir anketi, İçişleri Bakanlığı'nın genelgesine rağmen, yeni doğanlara verilebilecek Kürtçe veya yabancı isimleri hala yasakladığını gösteriyor. Bu ilginç araştırma, İstanbul gibi bir kentte yeni kurallara uymadıklarını ortaya koydu...
  • Almanya'daki bir konsere katılan müzisyen Haluk Levent, İstanbul'a dönüşünde, "Kürt festivali"ndeki rolünü sorgulamak isteyen polis tarafından 2 gün gözaltında tutuldu ve serbest bırakıldı.
  • Ve oldukça farklı bir haber. Halen İngiltere'de doktora yapmakta olan gazeteci Şafak Pavey, Beyoğlu'nda beraber olduğu bir grup yabancı gazetecinin önünde otoparkçılar tarafından tekme tokat dövüldü. Çok üzücü bir olay; ama bunun ilginç yanı, saldırgan otoparkçının şu sözü: "Eğer AB uyum yasası olmasaydı, biz onlara daha neler yapardık!.."
    ***
    ŞU son cümle çok şey ifade ediyor.
    Demek ki, Türkiye'de "sokaktaki adam" (bu bir parkçı da olabilir), AB'nin ve uyum yasalarının etkisini hissedebiliyor.
    Aslında AB, parkçıya "kimseyi sille tokat dövmeyeceksin" demiyor, "uyum yasaları" da böyle hareket edenler için özel olarak bir ceza öngörmüyor. Ama iyi ki AB - ve uyum yasaları - var da, vatandaş eski kötü alışkanlıklarına artık set çekildiğini seziyor...
    Türkiye'nin AB rüyasının bir "muasır medeniyet"e ulaşma projesi olduğu hep söylenir. Bu büyük proje canlı tutulduğu sürece, Türkiye bu yolda adım adım ilerleyecektir. Yolun sonunda AB üyeliği olsa da, olmasa da önemli olan Türkiye'de bu değerlerin benimsenmesi ve hayata geçirilmesidir.
    ***
    "TÜRKİYE AB'siz de bu hedefe yönelemez mi?" diye sorulabilir. Açıkçası AB'nin varlığı ve Türkiye'nin kendisini bu camianın içinde görmek istemesi, bir "itici güç" oluyor. Gerçekten uyum yasaları çıktığından bu yana, Türkiye'de çok şey değişmeye başladı. Örneğin Haluk Levent olayı, her şeye rağmen nazik biçimde cereyan etti ve sonuçlandı. Kim bilir eskiden olsaydı, bu olay DGM'de biterdi...
    İşte AB vizyonunun yararı bu. Gazetelerde son zamanlarda daha az "aykırı" ve daha çok "olumlu" haberlerin çıktığını da belirtelim.
    Ama gene "uygulama"da aksamalar, terslikler oluyor tabii. Eski alışkanlıkları terk etmek kolay değil. Bazı zorlamalar, hatta direnişler olabilir. Ama bunlar da geride kalacak. Bunun için AB vizyonunu hep canlı tutmakta yarar var...