Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün bugün başlayacak olan 6 günlük Japonya gezisinin en anlamlı yönü, bunun bir Türk devlet başkanının bu uzak ülkeye yaptığı ilk resmi ziyaret olmasıdır.
Bunu iki ülkenin yüz yılı aşkın ilişkilerinin geliştirilmesine verdiği önemin bir göstergesi saymak gerek.
Daha geniş bir açıdan bakarsak, bu ziyareti Türkiye’nin izlemeye çalıştığı “çok boyutlu dış politika” çerçevesinde, Asya ve Uzakdoğu ülkelerine bir açılımı olarak görebiliriz. (Cumhurbaşkanı Gül’ün yakında Çin’i de ziyaret edeceğini hemen ekleyelim).
Gül’ün Japonya gezisinin ekonomik ağırlıklı olmasının yanı sıra siyasal önem taşıdığı kuşkusuz. Aslında koca bir kıtanın ve binlerce kilometrenin birbirini ayırdığı Türkiye ile Japonya’nın siyasal alanda da ortak ilgi ve çıkar alanları vardır. İkisi de, özellikle bölgemizde barış ve istikrarın sürdürülmesi isteğinde ve çabasında birleşmektedir.

Yeni umutlar
Türkiye’nin Japonya ile siyasal yakınlaşma arzusunda ekonomik nedenlerin büyük payı var elbet.
Japonya halen dünyanın en büyük ikinci ekonomik gücü. (ABD birinci, Çin üçüncü, Almanya dördüncü)... Gayrisafi milli hasılası 4.3 trilyon doları, fert başına milli geliri de 35 bin doları bulan bu ülke, ticaret, yatırım, teknoloji, turizm alanlarında Türkiye için büyük bir potansiyele sahip.
Oysa ticaret oldukça zayıf kalmış: İthalatımız 3.7 milyar dolar, ama ihracatımız sadece 247 milyon dolardan ibaret.
Turizm ise daha da cılız: Türkiye’ye gelen Japon sayısı 160 bin!
Yatırımlara gelince, bu sayı da beklentilerin çok altında: 1972’den beri -yani 36 yılda- sağlanan krediler 7.5 milyar dolar...
Bütün bu alanlarda rakamları çok daha yükseklere çıkarmak mümkün. Bunun için çok çalışmak ve sebat etmek şart. Her şeyden önce Japonlara ülkeyi ve sunulmak istenen olanakları iyi tanıtmak gerek.
Türkiye -ve özellikle Türk özel sektörü- yeni bir anlayışla Japonya’ya açılırsa, kuşkusuz çeşitli alanlarda verimli bir işbirliği kurmayı başaracaktır.
Cumhurbaşkanı’nın bu ziyareti, böyle bir fırsat yaratıyor. Yeter ki, bu açılımın devamı da gelsin...

Mucizenin sırrı
Türkiye’nin Japonya’yı daha iyi tanımakta ve onun deneyimlerinden yararlanmakta büyük çıkarı vardır.
Türkiye’de hep “Japon mucizesi”nden söz edilir, bu ülkenin nasıl bir “ekonomik ve teknolojik dev” haline geldiği merak edilir.
1981’de Japonya’da yaptığımız incelemeler sonun “Milliyet”te yayımlanan uzun bir yazı dizisinde belirttiğimiz gibi, Japonya ile Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme hareketleri hemen hemen aynı tarihlerde -19. yüzyılın ikinci yarısında- başlar. Sosyal ve ekonomik “kalkış” (take-off) sürecinde, Japonlar çok hızlı ilerlemiş, Türkler onların bir hayli gerisinde kalmıştır.
Bunun çeşitli nedenleri var. Önemli bir neden, Japonya’nın ta 1880’lerden itibaren eğitime çok önem vermesi ve kısa zamanda herkesin okur-yazar hale gelmesidir. Diğer bir neden, Japonya’nın daha baştan sanayileşmeye ağırlık vermesi, zamanla Batı’dan getirdiği yenilikleri geliştirmesi, modern teknolojiyi uygulaması ve ticaret yoluyla dünyaya açılmasıdır.
Kuşkusuz en önemli nedenlerden birini de, Japonların toplumsal mizacında aramak gerek. Japon çalışkan, disiplinli, uyumlu ve sakindir. Çalışma düzeni “iş-kolik”, uyum da, “konsensüs” düzeyindedir. Japonya’nın ekonomik başarılarında rol oynayan “istikrar”ın sağlanmasında bu toplumsal özelliklerin büyük payı var.
Düşündürücü ve ibret verici özellikler...