Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


       İRAN konusunda kafalar iyice karıştı. Bir süreden beri özellikle "Umut Operasyonu" ile ilgili olarak ortaya atılan iddialar ve argümanlar henüz tartışılırken, Ahmed Behbahani adındaki İranlı istihbarat görevlisinin Türkiye'ye sığınması ve CBS televizyonuna bazı açıklamalar yapması, soru işaretleri ile birlikte, kuşkuları büsbütün artırdı.
       İranlı ajan olayı, sadece kamuoyuna yansıdığı kadarı ile esrarengiz niteliğini koruyor. Kendisine atfedilen "ifşaat" konusunda, çeşitli çevrelerin öne sürdüğü tereddütler, rezervler, hatta komplo senaryoları, bir casusluk romanı veya filmi kadar ilgi ve heyecan yaratıyor. Ama o kadar! Gerçeği bilemediğimiz için, konu ile ilgilenenlerin spekülasyonlarını ve "ahkam"ını tartışmakla yetiniyoruz...
       * * *
       BU aşamada Türkiye açısından önemli olan husus, bu olayın zaten bir süredir "Umut Operasyonu"nun gölge düşürdüğü Türk - İran ilişkilerine nasıl yansıyacağıdır.
       Yetkililer, Behbahani'nin sorgulanma sürecinde Türkiye ile ilgili inandırıcı bulgu ve kanıtlar ortaya çıkmadan, bu son olayın ilişkiler üzerinde herhangi bir etkisi olmayacağını söylüyorlar.
       Ancak şu sırada CBS'nin haberi ile gündeme gelen İranlı ajanın (ve "ikinci adam" Hamit Akbari'nin) geleceği, Türkiye için bir "sorun" haline gelebilir. Bu konuda da akla gelen bir dizi soru var: Resmi işlem ("mülakat" veya soruşturma faslı) bittikten sonra, Türkiye bu adamları ne yapacak? Onları daha ne kadar gözaltında tutacak? Kendilerine nasıl bir statü tanıyacak? İran iadesini, ABD ise kendisine mülteci olarak teslim edilmesini isterse, ne olacak? Bu gibi olaylarla ilgilenen BM'nin Mülteciler Yüksek Komiserliği ile nasıl bir uyum sağlanacak?..
       Bir yetkilinin deyişi ile, "sıkıntı yaratacak işler bunlar"...
       * * *
       SON haftalarda Türkiye'deki faili meçhul siyasi cinayetlerdeki "İran parmağı" konusunda söylenenler ve yazılanlar, zaten Ankara'nın politikasında ciddi sıkıntılar yaratmış bulunuyordu.
       Aslında ilginç bir durum da ortaya çıkmıştır: Bir yandan İran suçlanırken, diğer yandan da İran'la temaslar yoğunlaşmıştır. Türk ticaret heyetinin İran ziyareti ve bu vesile ile sergilenen sıcaklık, tam da suçlamaların yarattığı soğuk döneme rastlamıştır. İçişleri Bakanlığı "İran ilintisi"nden söz ederken, Dışişleri Bakanlığı da "İran'la iyi ilişkiler"in geliştirilmesini savunmuştur.
       Dün Cumhurbaşkanı'nın Tahran'a gitmeyeceğine ve bu arada Hizbullah ile ilgili dosyanın İran makamlarına iletildiğine ilişkin açıklamalar, Ankara'nın farklı bir tavır aldığını ortaya koydu.
       * * *
       SEZER'in İran'a gitmeyişi için öne sürülen resmi gerekçede elbet hakikat payı var. Ancak, Çankaya'da ve diğer çevrelerde daha baştan Cumhurbaşkanı'nın - özellikle İran'la ilgili son açıklamaların hemen ardından - ilk dış gezisini İran'a yapmasının doğru görülmediğini anımsamak gerek.
       Dışişleri'nin Sezer'in Tahran'a gitmeyeceğine dair açıklaması ile aynı zamanda, Türkiye'nin Hizbullah dosyasını Tahran'a ulaştırdığını ve buna İran'dan makul zamanda cevap bekleneceğini bildirmesi çok anlamlıdır.
       Bütün bunlar, Ankara'nın İran'a karşı daha kararlı - ve belki daha sert - bir politika izleyeceğinin ilk işaretleri sayılabilir...

Yazara E-Posta: skohen@milliyet.com.tr