Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sami KOHEN

VE nihayet kader günü geldi çattı.
Bugün AB'nin Lüksemburg'da başlayacak olan zirve toplantısının Türkiye'nin adaylığı konusunda alacağı karar, Türkiye için bir dönüm noktası oluşturacak.
Kararın "kabul" veya "ret" anlamına gelmesi, Türkiye'nin siyasal geleceğini etkileyecek ve özellikle dış ilişkilerini yönlendirecek.
Bunun sonucunda Türkiye ya AB ile bütünleşme rayına oturacak, ya da bu yoldan uzaklaşacak.
Şu anda, kararın ne şekilde çıkacağı belli olmamakla beraber, bunun Ankara'nın istediği ve beklediği gibi, Türkiye'yi diğer adaylarla eşit statüde müzakere sürecine alma yönünde net ve kesin bir ifade taşımayacağı anlaşılıyor.
Diğer bir deyişle, AB'nin kararı herhalde Türkiye'yi dışlamayacak, ama ona aynı şemsiye altında farklı bir statü verecek. Bu statünün Türkiye'nin taleplerine ve koşullarına ne ölçüde uyduğu, yani pratikte Türkiye'ye neler kazandıracağı, çıkacak metnin içeriğinden anlaşılacak.
* * *
HER iki halde nasıl davranılması (veya davranılmaması) gerektiğini bir düşünelim...
* Karar açık ve net bir ifade ile Türkiye'yi diğer adaylarla beraber tam üyelik için müzakere sürecine dahil ediyorsa, tabii buna hemen "kabul" denecek. Ancak, kararın böyle çıkması olasılığı yok gibi. Bu nedenle karar metninin içerdiği unsurları iyice inceleyip beklentilerimizi ne kadar karşıladığını değerlendirmemiz lazım.
Diğer bir deyişle, karar çıkar çıkmaz, alelacele tepki göstermemekte yarar var.
* Genelde Türkiye'yi ilgilendiren toplantıların sonucunu ya bir "zafer", ya da "yenilgi" olarak algılamak huyumuz var. Lüksemburg zirvesine bu gözle bakmasak iyi olur. Bunda özellikle medyaya da sorumluluk düşüyor. Alınacak karar Türkiye'yi ne ihya edecek, ne de mahvedecek. Türk diplomasisi elden geleni yapmıştır. Olayı içerde politize etmenin de hiçbir yararı yoktur. Kuşkusuz, kararı tartışmak, bundan sonra Türkiye'nin nasıl davranması gerektiğini konuşmak gerek. Ama bunlar gereksiz bir popülizm ile yapılmamalı. Bu da, özellikle muhalefete düşen bir sorumluluk.
* Eğer Türkiye'yi tatmin etmeyen bir karar çıkarsa, buna verilecek karşılık duygusal değil, rasyonel olmalıdır.
Bu takdirde Türkiye'nin AB üyeliği konusunu gündeminden çıkarması mümkün tabii. Ama bu, Türkiye'nin Avrupa vizyonunu terketmesi, AB'yi oluşturan Avrupa ülkeleri ile olan ilişkilerine artık önem vermemesi demek değildir.
* AB üyeliğinden vazgeçilecekse dahi, AB ile olan organik bağların koparılmasına da gerek yoktur. Örneğin Gümrük Birliği'ni iptal etmek, yarar sağlamaz.
Eğer Gümrük Birliği'nin uygulanması arzu edilen biçimde gerçekleşmiyorsa, bunu düzeltmenin yolları vardır. Şimdiye kadar elde edilen kazanımları fevri bir hareketle kaybetmek anlamsız ve yazık olur.
* Lüksemburg zirvesinde AB, daha önce aldığı karara uygun olarak "Kıbrıs Cumhuriyeti" (yani Rum yönetimi ile) önümüzdeki Nisan ayında müzakere sürecini başlatacaktır. Türkiye buna karşı iki şekilde hareket edebilir: Ya bu kararın ilanı üzerine (yani hemen önümüzdeki günlerde) daha önce almayı düşündüğü önlemleri (entegrasyon, toplumlararası görüşmeleri kesmek gibi) hayata geçirir. Veya AB'nin Rum yönetimi ile müzakereye oturması halinde dahi, KKTC'nin de müzakere sürecine katılmasına çalışır ve bu arada çözüm çabalarını sürdürür. Bu ikinci şık, daha akılcı görünüyor.
* Çıkacak karar olumlu veya olumsuz da olsa, Türkiye, insan hakları, demokratikleşme gibi değerleri, ayrıca ekonomik ve sosyal alandaki düzenlemeleri hayata geçirmelidir.
Hele AB ile bütünleşme yolu açılacaksa, bu standard'lara uymadan müzakere sürecinde ilerleme olamayacağını, daha açıkçası AB yolunun yeniden kapanabileceğini unutmamalıyız. AB ve Avrupa Parlamentosu gibi kurumlar Türkiye'yi gündemden düşürmeyecektir...
* Lüksemburg zirvesinden sonra eğer AB Türkiye'nin gündeminden düşecekse, bundan sonra izlenecek politika, ülke çapında enine boyuna tartışılmalı, yeni stratejiler belirlenmelidir. Her halükarda, bulunacak formül, Türkiye'nin "AB'siz de Avrupalı" olabileceği esasına dayanmalıdır...



Yazara Email S.Kohen@milliyet.com.tr